El Şebab Türkiye’yi niçin vurdu?

Somali’deki elçiliğimize düzenlenen terör saldırısında bir güvenlik görevlisi şehid oldu.

Şehidimize Allah’tan rahmet, acılı ailesine sabır ve metanet diliyorum. Saldırıya kurban giden iki Somalili sivile de Allah rahmet eylesin.

Peki ama niçin yaşandı bu saldırı? Kim hedef aldı Türkiye’yi?

Fail, ortada: El Kaide çizgisindeki El Şebab örgütü. Zaten Somali’yi savaş alanına çeviren nice terör eylemine imza attılar bugüne dek. Bu son saldırıyı da gururla üstendiler.

Örgütün sözcüsü Ali Mahmud Rage, saldırının mantığını da şöyle açıkladı:

Türkler, [Somali’deki] mürted rejimi destekleyen milletlerden biridir ve İslam Şeriatı’nı bastırmaya çalışmaktadır... Türkiye, Somali’nin iç işlerine karışmayı durdurmadıkça, mücahitler Mogadişu’daki Türk hedeflerine saldırmayı sürdürecektir.”

Ne demek lazım şimdi buna?

Tekfîrî Selefi

Evvela, bazı yazarların ima ettiği gibi, “ne işimiz var Mogadişu’da” dememek lazım. Türkiye, tümüyle insani amaçlar için çalışıyor Somali’de. Somali’nin Müslüman halkının çok büyük kısmı da bize bunun için minnet duyuyor, dua ediyor.

Dahası, “dünya siyasetinde söz sahibi olmak” için de Türkiye’nin Somali misyonunu ve benzer açılımlarını sürdürmesi gerekiyor; Mensur Akgün hocanın dünkü STAR’da yayınlanan “Somali’de ne işimiz var” başlıklı yazısında izah ettiği gibi.

Fakat, nasıl oluyor da, Müslüman bir topluma, Müslümanca değerlerle yaptığımız bir yardım faaliyeti, o ülkenin kendine “mücahit” diyen teröristlerinin hedefi oluyor?

Cevabı bulmak için El Şebab’a biraz bakmak lazım. İsmi Arapça’da “Gençler” anlamına gelen bu örgüt, son 3-4 yıldır Somali’deki merkezi hükümete karşı savaşıyor.

İdeolojisi, “Tekfîrî Selefi.” Diğer bir deyişle, sadece en katı İslam yorumu olan Selefiliği savunmakla kalmıyor. Diğer Müslümanları “tekfir” ediyor, yani “kafir” ilan ediyor. “Dinden çıkanın katlinin vacip” olduğuna inandıkları için de, “kafir” dedikleri Müslümanları öldürmekte hiçbir beis görmüyorlar.  

Bu korkunç fanatizme göre, Türkiye’deki Müslümanların ezici çoğunluğu da “kafir” olmuş oluyor. (Oy vermek yetiyor mesela, tekfir edilmek için. Demokrasi “küfür rejimi”, oy verenler de bunun işbirlikçisi çünkü.)

Tasavvufa inananlar zaten peşinen “dinden çıkmış” sayılıyor. Nitekim, Somali’de bir de tasavvuf-meşrep Müslümanların kurduğu “Ehli Sünne Vel Cemaa” adlı silahlı örgüt var ki, El Şebab’a karşı savaşıyor. (Ehli Sünnet’in genel ismini kullanıyorlar yani.)

İç ve dış

Somali’de karşımıza çıkan bu tablo, kuşkusuz çok üzücü.

Tabii sadece Somali’de değil, aslında son Diyanet hutbesinde dendiği gibi; “Bağdat’ın sokaklarında, Şam’ın çıkmazlarında, Nil Nehri’nin kıyılarında kardeşin kardeşi öldürürken Allah-u Ekber demesi” çok hazin. (Suriye’deki Esadçı Hizbullah’ı, Mısır’daki darbeci Selefiler’i hatırlayın.)

Peki ama nedir bu iç çatışmaların, bu “fitne”lerin sebebi?

Bizdeki yaygın cevap, sorunun kaynağı olarak Batı’ya işaret etmekten ibarettir. El Şebab gibi örgütleri ezbere “taşeron” ilan eder, işin içinden sıyrılırız. Kötülüğü hep “dışarıdan” bilir, “içimize” hiç bakmayız yani.

Oysa İslam’ın ilk asrında yine tekfircilik yaparak diğer Müslümanları öldüren militan Hariciler de mi “Batı taşeronu” idi, bir düşünmek lazım.

Yahut, en azından, “bizim coğrafyadan niye bu kadar taşeron fışkırıyor” diye sormak lazım.

Bu sorudan uzak durdukça, içimizdeki fanatizmleri teşhis ve tedavi etmedikçe, Müslüman dünyaya barış, huzur, hoşgörü ve çoğulculuk getiremiyoruz.

Oysa, “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez” diyen bir Kitab’ın takipçileri değil miyiz, biz?