ELÇÝ: O, aralýkta bir yerde durur. Ýþi barýþ ve selamet, üslubuysa akýl ve hikmettir. Güzel sözlüdür. Sekinet rüzgarý taþýr kelimeleri. Yatýþtýrýr, teskin eder, sulhe yer açar. Arakesite benzer daha çok. Ýki yaný olduðunu söyleseler de, ‘’o taraf’’la ‘’bu taraf’’ gibi. Onun esas deðeri ve esas yalnýzlýðý, hakikatte “dört taraf”lý oluþundandýr. Ada’ya benzer, dört tarafýndaki ateþi, dört tarafýndaki suya çevirmektir iþi...
Gider gelir Elçi, gider gelir... Ama sabýrsýzdýr dört taraf. Bizler, yani dört tarafýndan onu sarmýþ, kuþatmýþ, niza ve dava sahipleri olarak bizler, kýzarýz çoðu kez Elçi’ye... Sanki hep yerinde sayýyormuþ, karþý tarafa zaman kazandýrmaya çalýþýyormuþ gibi gelir bize, yine sanki, bizim tarafýmýza deðil de öbür tarafa daha yakýnmýþ gibi düþünürüz onu çoðu kez. Elçi; karþý taraftan, öbür yakadan, öteki mahalleden yollanmýþ birisidir bizim için. Öteki dünyadandýr o...
Yine de onu bir merakla, bir ümitle, tüm taþan sabrýmýz ve bozuk asabýmýza raðmen bir edeple karþýlarýz. ‘’Elçiye zeval olmaz’’ deriz. Bunlar acaip bir taifedir. Allah’tan haber getirenlerine Nebi deriz misal. Kavgayý barýþtýrmaya gelenlerine Hakem, Hakim, Hekim deriz. Hesabý kitabý tutmaya gelenlerine, Ulak, Muhtesib, Hasib deriz. Af ve sulh iþlerine koþanlarýnaysa, Seyda, Veli, Mevlana deriz. Devlet iþi görenlerineyse, maslahatgüzar, diplomat derler, bu kýsmýndan çekinilir. Arayý bulanlarý olduðu gibi söz meclisten dýþarý, arayý bozanlarý da vardýr... Nemelazým, elçi, berzahtýr.
DÖRT AYAKLI MÝNARE: Diyarbekir, Sur’dadýr. Dinlediðim ihtiyarlarýn lafzýyla Matar Camii’nin mütemmim cüz’ü olduðu halde, gel zaman git zaman yolun ortasýnda kalmýþtýr. Dört kavi kýsa sütununun üzerinden yükseldiði için, halk bunu türlü hikemle, menakible, masalla, düþle anlatmayý pek sever. Minarenin dört ayaðý, dört mezhebi temsil eder derler ki, Þam’daki Ulu Cami’nin dört mihrabý gibi, cümle ümmeti haydin felaha haydin selaha deyu günde beþ vakit çaðýra! Uþaðý olmayan gelinler, bu dört sütunun altýndan yedi kere geçerlerse, ayetel kürsi okuyarak, Allahýn izniyle evlat sahibi olur derlerse de, bunun kadýnlarca rivayet edilmiþ bir bid’at oluþuna epey darýlýr büyük mollalar. Ýmtihana girecek talebeler, hafýzlýðýný giyecek týlmizler, yola çýkacak seyyahlar, muradýný sakýnan bilcümle mahcuplar da bu minarenin sýrdaþlarýndandýr. Kýyamete doðru bu minarenin ayaklarýnýn kýrýlacaðýna dair söylenti ise iþin cabasý, lakin bu kehaneti cahilane addedenlerin, ‘’aa.. hiç olur mu öyle þey’’ diyenlerin bile minareyi muhafazaya rikkat ettiði, göz kulak olduðu da ayrý davadýr. Ýhtiyarlar 1500’lerde yapýldýðýný anlatmýþlardý bize. Neresinden baksanýz 500 yýllýk bu minare, halen dahi ümmetin selamet umududur. Buraya kurþun atýlmaz. Aksi kýyamet alametidir.
YALNIZLIK: Elçi’ler, bakmayýn siz etraflarýndaki kalabalýða, nümayiþe, gulguleye... Yalnýz adamlardýr onlar, yapayalnýz. Layýkýnca anlaþýlamamýþ kiþilerdir. Ne Musa’ya ne Asa’ya yaranýrlar. Yaralýdýrlar. Bu yüzden dudaðýndan kan sýzan kelimeye benzerler. Kavga dursun, kanama kesilsin, barýþ gelsin, hendek deðil caddeler açalým insanýmýza derler, ölerek deðil hayatta kalarak kuralým günleri, geceler çok uzadý yok mudur bunun sabahý diye sorarlar... Bu yandakiler der ki; ‘’bu adam olsa olsa ötekilerin adamýdýr, bizi kandýracak, bize zaman kaybettirecek, baksana haine de benziyor sýfatý simasý...’’ Öbür yandakiler der ki: ‘’Yahu bu olsa olsa çaþýttýr, casustur, laf götürüp getiricidir, iþi gücü oyalamaktýr’’... Derler, derler, derler...
Elçinin etrafýný saran kuþku dolu bu uzay geometrisinin ona bahþettiði nedir oysa?
Koskoca bir yalnýzlýk. Yapayalnýzlýk.
Kýyametin alameti gibi yýkýlýr Dört Ayaklý Minare’nin dibine. Yüzüstü kapaklandýðý yerde aðzýndan sýzan kan olur kelimeleri...
O kýrýk ve kanayan kelimelerden bir cümle kurabilirsek, belki ertelenir Kýyametin takvimi. Elçi’nin vurulduðu yerden bir kelime çýkartsak: ÝNSAN diyebilsek mesela. Ýnsan ki; cümle’dir. Kurabilecek miyiz bunca hýncýyla akan selin içinden þu kýsacýk cümleyi... Eþref-i Mahlukat olan insanýn hakikatine saygý duymayý, zat’a hoþ bakmayý keþfedebilecek miyiz...