Elinde kalemiyle öldü, ne mutlu ona...

Haklısınız, şaşırtıcı bir durum... Hakkında bunca tezvirat yapılmış, devletin en önemli kurumlarından birinin hazırladığı ‘vur emri’ ile kurda kuşa yem haline getirilmiş, Askeri Mahkeme’de yargılanmış Mehmet Ali Birand, meğer ne kadar takdir ediliyormuş...

Vefatının duyulmasıyla birlikte yazılanların, ekranlara yansıyan değerlendirmelerin anlattığı Mehmet Ali Birand ile tezviratçıların yıpratmaya çalıştıkları muhayyel kişi arasında hiçbir münasebet yok.

Yok, çünkü belli bir odak ve onun emriyle hareket eden tipler tarafından ‘karakter suikastı’na uğratılmak istenmesinin sebebi, Mehmet Ali Birand’ın meslektaşları ve geniş kitleler tarafından beğenilip sevilmesinin de sebebidir.

İyi bir insandı Mehmet Ali Birand; iyi bir aile babası, iyi bir gazeteci, iyi bir televizyoncu ve iyi bir yazardı. Meslek hayatı boyunca, güçlülerin, kendini dev aynasında görenlerin, devletluların değil, okurları ve izleyicilerinin tarafında oldu.

‘Tabu’ sayılan, dokunulmazlık kazanmış konuların üzerine gitti, pek çoğumuzun cesaret edemediği işlere imza attı.

Türkiye’nin makûs talihinin köşe taşları olan darbeler, televizyon belgeselcisi olarak onun ilgi alanına girmeseydi, 27 Mayıs’tan (1960) 28 Eylül’e (1997) uzanan çizgide darbelerin önü ve sonrasında yaşananların çoğu hâlâ gölgede kalabilirdi. Görsel zenginlik eşliğinde ve tanıklıklarla sunduğu darbelerin tarihi, birer televizyon başarısı olarak çoktan arşivlerdeki yerini aldı.

32. Gün programı ise tam bir televizyon klasiğidir.

Gazetecilik hem bireysel çabaların anlam taşıdığı, hem de birlikte çalışma ve dayanışma gerektiren bir meslektir. Birlikte haber peşinde koşar, öğrendiklerinizi tek başınıza kaleme alırsınız; yayınlandığı andan itibaren sadece sadık okurlarınızın değil aralarında gözünüzü oymaya hazır tiplerin de bulunduğu herkesin elinde olur yazdıklarınız...

Ne zaman duvarına çarpacağınızı bilemeyeceğiniz yasalar vardır... Ayaklarına basmanızın peşinize tetikçiler düşüreceği güç odakları hazır bekler... Geleceğinizi iki dudakları arasında tutan patronlarınızın o sıradaki çıkar ortaklarının hangi siyasi çizgiden olduğunu bilemezsiniz... Yıllar boyu yazdıklarınız ve söylediklerinizle oluşturduğunuz saygınlık ve itibarı tek bir yazınız yüzünden sizden geri alacak gönül kaymaları yaşar okurlarınız, izleyicileriniz...

Çoğu kez en yakınlarınızın bile “Sana mı düştü?” takazasıyla karşılanırsınız.

Kategoriye uyan başkaları da var hiç kuşkusuz, ama ben Mehmet Ali Birand’ı anlatıyorum. Askeri Mahkeme önüne çıkartılan, ‘Yeşil’in evini tarassut ettiği, ‘andıçlanmış’, rakipleri tarafından yakıştırılmalara maruz bırakılmış, sütununu kaybetmiş, program yapması engellenmiş ‘gazeteci’yi...

Dönemler içerisinde ‘demokrat’ çizgisi hemen hiç kırılmadığı halde, anlık görüntüye bakıp ‘yandaş’ diye yaftalandığı da oldu, vaktiyle desteklediği siyasiler tarafından uğratıldığı hayal kırıklığıyla yazdıkları yüzünden ‘tu kaka’ edildiği de... Son yıllarının, meslek hayatının en verimli, en keyifli, kendisini en tatmin edilmiş hissettiği yıllar olduğunu sanıyorum.

Gözlerinin açık gitmediğine de inanarak...

Öldüğünün duyulduğu andan itibaren, hakkında söylenenler ile ardından yazılanlar, aslında ne kadar sevildiğini herkese göstermiş oldu. Yokluğu şimdiden hissediliyor.

Allah rahmet eylesin.