Vesayet rejiminin kirli tarihinden kalan yüklerinden kurtulan yeni Türkiye’de, medya da bir deðiþimi ve sivilleþmeyi yaþamak zorundaydý, yaþýyor.
Nitekim, 28 Þubat’ta orduya selam duran gazetecilerin bir bölümü, ya ordunun siyasetteki rolünü sorgular hale geldi ya da doðal yollardan tasfiye oldu.
Ancak, 28 Þubat’ta manþeti “paþadan” alan yayýn yönetmeni zihniyetinin, bir yerlerde hala pusuda beklediðini de kabul etmek gerekiyor.
Bunun en önemli örneðini, Ergenekon davasý sürecinde gördük. Mesela gazetecilerin büyük bir bölümü, bu davayý vesayet rejiminden kurtulma olarak deðerlendirirken, bir bölümü siyasi iktidarýn Cumhuriyet deðerleri ile hesaplaþmasý olarak görmeye devam etti.
Medyadaki bu ikili yapýda cereyan eden tartýþma, henüz ideolojik bir düzlemde devam ediyor. Bir gün, medyadaki bu yapý gerçek anlamda demokratik bir tartýþmaya kapý aralarsa, “çoðulcu” medya anlayýþýnýn yolu açýlmýþ da olacaktýr.
Esasen medyanýn ihtiyacý olan þey, vesayetçi anlayýþtan ve toplum mühendisliði edasýndan kurtularak halka doðru, tarafsýz ve nitelikli haber vermeyi ilke edinen bir gazetecilik fonksiyonunu idrak etmesidir.
Medyanýn serencamý, elbette sadece “vesayet” ve karþý duruþlardan ibaret deðildir.
Türkiye’deki yakýcý iktidar mücadelesi, medyadaki taraflarýn farklý kutuplarda konumlanmasýna yol açmaktadýr. Öyle ki, belli kriz anlarýnda, klasik medya ezberiyle hareket eden gazeteciler, yazarlar, “vesayet” döneminden devraldýklarý bir dile yaslanarak, keskin kutuplara savrulabilmektedirler.
Mesela, Suriye’nin Türk uçaðýna saldýrmasýyla ülkede oluþan hava ve yeni durum, medyadaki savaþ yanlýsý ve eli baltalý gazetecileri de ortaya çýkardý.
Her ülkede olduðu gibi, Türkiye’de de “vuralým-kýralým” diyen “savaþ yanlýsý” marjinal ve çýlgýn gruplarýn olmasý doðaldýr. Doðal olmayan, bu savaþ çýðýrtkanlýðýný yapanlarýn bizzat liberal- demokrat gazeteciler olmasýdýr.
Daha da önemlisi, vesayete karþý olduðunu söyleyen, zaman zaman “paþasýnýn baþbakaný” þeklindeki ifadelerle bizzat baþbakaný suçlayarak memlekete “demokrasi satan” kimi liberal demokrat yazarlarýn, bir anda savaþ yanlýsý olmasýdýr.
Bilelim ki, savaþ istemenin anlamý, ayný zamanda siyasal aklýn geri plana çekilerek, askerin ön plana çýkmasýdýr.
Biliyorum aklýnýz karýþtý. Hem demokrat olduðunuzu iddia edeceksiniz, askeri vesayete karþý çýkacaksýnýz, hem de savaþ yanlýsý olacaksýnýz.
Doðrusu, böylesine iki zýt anlayýþýn ayný zihin yapýsýnda nasýl barýnabildiðini ben izah etmekte güçlük çekiyorum. Sanýrým, psikologlar bu durumu daha kolay izah edeceklerdir.
Suriye krizi dolayýsýyla da görülmüþtür ki, maalesef Türkiye’deki medya ve bazý gazetecilerin zihinsel yapýsý, henüz demokratik bir hukuk devletinde olmasý gerektiði varsayýlan ve demokrasinin daha saðlýklý iþlemesini temin eden bir yapýya sahip deðil.
Aksine medya, belli ideolojik taraflara cephane taþýdýðý oranda deðerli görülüyor.
Ýþte Türkiye’de medyanýn nevi þahsýna münhasýrlýðý tam da buradan kaynaklanýyor. Hala bu ülkede, hem demokrat hem de savaþ çýðýrtkanlýðý yapan gazeteciler müþteri bulabiliyor.
Ýnanýyorum ki, Türkiye darbelerle anýlan yaralý demokrasi geçmiþinden uzaklaþtýkça, Türk medyasý da “eski Türkiye”den devraldýðý hastalýklý zihinsel mirastan kurtulmayý baþaracaktýr.