Elindeki FETÖ tapesini bırak, usulca yaklaş!

Bu mesleği icra eden neredeyse herkesin başına gelmiştir; döneme ve konjonktüre göre “sakıncalı fiillerin” sahibi ilan edilirsiniz, gözaltına alınırsınız, tutuklanırsınız, hüküm giyersiniz... 

Bugüne kadar hakkımda herhangi bir hüküm tanzim edilmedi.

Daha doğrusu, infaza uğramadım

Birçok meslektaşım gibi, “Rahşan Affı”yla yırttım.

Bir savcı, ünlü “Umut Davası”nın sanığı yapabilmek için çok gayret gösterdi; kapatılan haftalık Selam gazetesine “dayanışma” maksadıyla yazdığım yazıların tümüne dava açtı. 7 ya da 8 yazı... Mavi Marmara baskınında şehit olan Cevdet Kılıçlar o yazıların sorumluluğunu üstlenmeseydi, hüküm giymiş bir gazeteci olacaktım.

Çok gözaltına alındım...

Mesleğin rutinidir bu.

Kaçı haber oldu, kaçı meslek örgütlerinin ilgisiyle karşılandı?

Hiçbiri...

En son (2000’li yılların başı), Salih Tuna ve Birol Küle kardeşimle bir kahvede otururken geldiler, “mevcutlu” olarak götürdüler... Çalışanı bulunduğum gazetede küçük bir haber çıktı. O kadar... Salıverildikten sonra, meslek kuruluşlarına (Basın Konseyi’ne, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne, Gazeteciler Sendikası’na) yönelik, sitem bildiren bir yazı yazdım ama her zaman olduğu gibi “duvar”la karşılaştım.

Basın Konseyi tarafından bir kez arandım...

Basın Konseyi’nde sekreter olarak çalışan bir akademisyen (şu an FETÖ’den dolayı tutuklu bulunuyor) aradı, o sırada gündeme getirdiğim konuyla ilgili “muhbirlik” yapmamı istedi.

Serdar Turgut hakkında bir yazı yazmıştım.

Çirkin Afgan erkeklerinin “öldürülebileceğine” dair fetva veren bu yazara meslek kuruluşlarının niçin sessiz kaldığını sormuştum.

Basın Konseyi’nin sekreteri, “Bize yazılı başvuruda bulunursanız, Serdar Turgut hakkında işlem yaparız” teklifinde bulundu.

Bunun ahlaksızlık olacağını söyledim. “Muhbir arıyorsanız başka kapıya gidin” dedim ve telefonu yüzüne kapattım.

Hepsi bu...

Meşum ve menfur 28 Şubat sürecinde de durum farklı değildi...

Hakkımda “yüzlerce” suç duyurusunda bulunuldu (bu suç duyurularını Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir organize ediyordu), onlarca dava açıldı.

Meslek kuruluşlarını yine göremedim yanımda...

Birkaç kez gözaltına alındım...

İfadeye gitmediğinizde ya da duruşmalara icabet etmediğinizde polis tarafından derdest edilip zorla götürülürsünüz. Hakkımdaki davaları takipte zorlandığım için, hep bu muameleyle (gözaltına alınarak) hÂkim karşısına çıkarıldım

Mesaimin (mesaimizin) neredeyse yarısı Adliye koridorlarında geçiyordu. Adliye çalışanlarıyla ahbap olmuştuk. Ziyareti (!) bir gün sektirdiğimizde, “Gözlerimiz yollarda kaldı” diyorlardı, şakalaşıyorlardı. 

Bir gün, Adliye mesaimizin Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi kısmını kaleme almıştım.

Hasan Cemal aradı, “Durum böyle miydi yahu?” dedi.

Böyleydi... Daha fazlası vardı.

Bunu üzerine, “İzin verirsen bu yazını bir kitabımda kullanmak istiyorum” dedi.

Kullandı... Hasan Cemal’in “Türkiye’nin Asker Sorunu” adlı kitabında bu yazı mevcuttur.

Bu yazıyı niçin yazdım?

Kılıçdaroğlu grup toplantısında şunları söylemiş: “Seçimle gelen seçimle gider ama ‘ben savcıya gitmem, ifade vermem’ diyemez. Ben bunları dedim diye havuz medyası ve onların ekibi blok halinde ‘Vay sen bunu nasıl söylersin?’ diyor. Şunu mu söylemeliydim? ‘Seçimle gelen darbeyle gider’ mi demeliydim?”

Sözlerimin ilk bölümü, gözaltıları şova dönüştüren HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a:

Dünyada ilk gözaltına alınanlar ve tutuklananlar sizler değilsiniz.

Savcı çağırıyorsa, Kılıçdaroğlu’nun da buyurduğu gibi, gideceksiniz.

Pek çok memleket evladı (gazetecisi, siyasetçisi, manifaturacısı, torna tesviyecisi) yasanın buyruğunu yerine getiriyor. “Bu iş o kadar kolay olmayacak” demiyor. “Hadi sıkıysa alsınlar” diye meydan okumuyor. Sessizce, efendice, hiçbir nümayişe meydan vermeden gidip ifadesini veriyor; Amerika’yı, Avrupa’yı, BM’yi müdahaleye çağırmıyor. Dünyadan adam toplayıp, yargı üzerinde baskı oluşturmuyor.

Bir “adaletsizlik” söz konusuysa konuşalım, tartışalım, hep birlikte sesimizi yükseltelim... Ama önce vatandaşı bulunduğunuz ülkenin yasalarına saygılı olmak zorundasınız.

Bu satırlar da Kılıçdaroğlu’na gelsin:

Evet, seçimle gelen seçimle gider. Haklısınız da... “Seçimle gelen darbeyle gider mi demeliydim?” çıkışınızın bir kıymeti yok. Siz, seçimle gelenin darbeyle gitmesi için eline geçirdiği bütün “kirli malzemeleri” sarf etmiş, 15 Temmuz girişiminin hangi yöne evirileceğini anlamak için saatlerce “sükût” içinde beklemiş bir siyasetçisiniz.

Hâlâ ne konuşuyorsunuz? 

Elinizdeki FETÖ tapesini bırakın, öyle gelin!