Elverişli bir piyon olarak PYD sorunsalı

Suriye Kürtlerinin temsilcisi olduğunu iddia eden PYD, Suriye denkleminde şu sıralar süper güçlerin en elverişli piyonlarından birisi olarak gündemden düşmüyor.

Esad ile derdi varmış gibi görünüp, Şam yönetiminden destek alıyor, sonra o Şam yönetiminin hamisi Rusya ile işbirliğine gidiyor... ABD kol kanat geriyor. Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkeleriyle flört ediyor. PKK’nın Avrupa’da izlediği “kamuoyu oluşturma” mesaisinin üzerinde hareket ederek, “DAEŞ’e karşı savaşan kahraman askerler” formatında adımlar atıyor.

Peki, PYD’nin bu trendi ne zaman başladı?

2013 yazında Ankara’da gerçekleştirdiği temasların ardından tamamen bir tesadüf eseri Paris uçağında karşılaştığım PYD lideri Salih Müslim ile üç saatten fazla süren yolculuk boyunca uzun bir söyleşi yapmıştım.

STAR gazetesinde bu mülakat ayrıntılı biçimde yayınlanmıştı.

Lafa İngilizce girince, Türkçe karşılık veren Salih Müslim, Suriyeli’den çok Urfalı bir profil çiziyordu. Abdullah Öcalan ve PKK’ya duyduğu bağlılık her cümlesine yansıyordu.

En çok ABD’den şikayet ediyordu. “Bizi muhatap almıyorlar” diyordu. Ankara’dan yola çıkan bir Salih Müslim’i muhatap almayan bir Washington, bugünlerde Ankara’nın üzerine basa basa “terörist görüyoruz” dediği bir örgütü önemli piyonlardan birisi haline getirmiş durumda. Türkiye’nin tepkilerine ragmen.

Iraklı Kürtler de PYD’ye karşı bir pozisyonda görülüyorlar. Ama perde arkasında sürdüğünü “hissettiğim” görüşmelerde ABD yönetimi, Iraklı Kürtlere bazı telkinlerde bulunuyor gibi. PYD ile Irak Kürtlerini aynı çizgiye getirmeye çalışıyor olabilir Washington...

Bir sonraki adım da, muhtemelen, Ankara ile PYD’nin arasını düzeltme çabaları olacaktır.

Artık Beşar Esad’ın gitmesi gibi bir gündemi yok Atlantik ötesinin.

Rusya’nın oyuna girmesiyle Cenevre görüşmeleri, tam anlamıyla kadük oldu.

Cenevre görüşmelerinin, Irak Kürtlerinin otonomiye giden yolculuklarında “Ankara” ve “Washington” süreçleri diye adlandırılan ve Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasıyla PKK’nın oyun dışına çıkarılıp, Iraklı Kürtlerin önünün açıldığı bir sürecin benzeri olmasını umuyordu belki ABD.

Olmadı.

Kürt kartını daha belirgin oynuyor ABD.

Ama Ankara’yı yok sayabilir mi?

Uzun vadede, Türkiye ile süren stratejik ortaklık, konjonktürel bir piyonun taşıdığı anlamdan daha fazlası eder kanısındayım.

Ama bir yandan da, Batı dünyası PKK sempatizanlığını bir kenara bırakmış gibi görünüyor. Avrupa’da geçtiğimiz günlerde PKK’nın düzenlediği protesto gösterilerine izin verilmemesi hatta yer yer sert bir şekilde müdahale edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Cizre ile ilgili talep edilen tedbir talebini reddetmesi, hep bu nüansın göstergeleri.

Fransa “olağanüstü hal” uygulamasını anayasaya eklerken, meclisteki tartışmalarda Türkiye’deki duruma atıf yapılıyor. “Biraz empati mi yapıyorlar acaba?” diye sormadan edemiyor insan.

Avrupa TV’leri sınırdaki Suriyeli mültecilere kameralarını çevirmiş durumda ve PKK propagandası, anti-Erdoğan paranoyasına sahip gazetecilerin sosyal medya hesaplarına hapsolmuş görünüyor.

“PKK ile PYD’yi ayrıştırma hamlesi mi gelir” diye sormadan edemiyor insan.

Ya da PYD’ye format atma adımı?

ABD ile Türkiye arasındaki vazgeçilmez bağ, yeni hamlelerle ilgili soruları elzem kılıyor.

Başka türlüsü sürdürülebilir görünmüyor.

Bir başka zihin fırtınası da Suriye’deki dengeleri, Rusya’dan daha fazla etkileme gücüne sahip İsrail ile ilgili.

Tel Aviv’den gelen doğalgazla ilgili açıklamaları gözümüzün ucuyla izlemeye devam edelim.

Günün sonunda, dünya dengelerinin geleneksel çizgisinin değişmesi için ortada bir sebep var mı?

Rusya-Suriye-İran üçlüsü, hangi ara ABD-İsrail ikilisine kafa tutar noktaya geldi ki?

Üstelik ABD’de başkanlık için yarışan adayların geçmişindeki kibbutz ziyaretleri, gazete sayfalarının en çok okunan makaleleri arasındayken, bu dengenin değiştiğini düşünmek mümkün mü?

Bakınız, Washington Post’un önceki gün yayınladığı Demokrat aday adayı Bernie Sanders’ın 1960 yılındaki kibbutz ziyaretine ilişkin haberine...

(Kibbutz’u takip edememiş olan okurlarımıza küçük bir not ile hatırlatalım...

Kibbutz, özetle daha çok Doğu Avrupa ve Rusya’dan göçeden Yahudilerin İsrail’de “komün” formatında kurdukları küçük yerleşim birimlerine verilen ad...)