Emperial-şeytanî güçler tek cebhe haline saldırırken, 'İslam Birliği' çok mu ütopik bir ideal?

Önce bir tavzih..

İslâm Milleti'nin kalbine 13 asır önce saplanan bir hançerin acıları Müslüman dünyasını hâlâ da iki yakasını bir araya getiremez duruma düşürmüş bulunuyor. Bugün, halklarının ekseriyetini Müslümanların teşkil ettiği için Müslüman coğrafyaları ve ülkeleri denilen dünya kesiminde, 55'den fazla devlet ve de, 2 milyara yakın bir dev nüfus.. Ve amma, bütün dünyadaki sayıları 25 milyonu bulmayan siyonist haydutlar çetesi durumundaki İsrail rejiminin, 75 yıldır yaptıklarına tüy dikmek mesâbesinde olan son Gazze barbarlığı karşısında çaresiz durumdayız.

Bunun en önemli sebeplerinden birisi de, Hucûrât Sûresi- 10. âyette, sarihen, 'Müminler ancak kardeştirler.' denildiği halde, yığınla grupların oluşmuş olması ve her taifenin de kendisini 'fırqa'y-i nâciye/ kurtulmuş fırka' olarak bilmeleri ve diğerlerinden uzak kalmalarıdır.

Bu sonuca da şaşmamak gerekir. Çünkü, her inanç grubu, kendisini en doğru bilmek zorundadır. En doğru olanın kendi inandığı tarz o ve şekil olduğunda şüpheye düşen kişi, zâten, o inanca pamuk ipliğiyle bağlı demektir..

Dün , 10 Muharrem idi. Hz. Peygamber (S)'in torunu Hz. Huseyn'in ve sırf Peygamber torunu olmasından dolayı onu kendileri için tehlikeli görenlerce Kerbelâ çölünde 'şehîd' edilmesinin Müslümanlar arasında ilk büyük ve derin ihtilafın ortaya çıkmasının yıldönümüydü..

Bu sebeple bu konunun temelinde neler olduğunu yazmaya çalışırken, 45 yıl öncelerdeki milyonluk gösterilerde yükseltilen, 'Lâ Şiîyye, Lâ Sünniye.. Vahdet-i İslâmiyye..' şeklindeki şiarlardan da söz etmiştik, sonra gelinen noktalarda o söze bağlı kalınıp kalınmadığı konusunu da konuşmak için..

Bundan bazı okuyucular, 'şiîliği ve sünnîliği' reddetmek veya ikisine de karşı çıkmak gibi ütopik bir dünya düşünüldüğünü anlamışlar.. Halbuki, sadece bu ikisi değil, daha yığınla cereyanlar, yorumlar çıktı, 13 asır boyunca.. Oradaki o söz, onları reddetmek mânâsında değil, yorum farklılıklarına ve her birisinin var olmasına rağmen; Tevhid ve Nübuvvet temelinde ve 'İlâ'y-ı Kelimetullah' (Allah'ın dininin yüceltilmesi) hedefinde birleşilmesi noktasına işaret için söyleniyordu..

Birbirimizi, tarihî , coğrafî, etnik ve ırkî farklıklarına bakarak, birbirini anlamaya çalışmak yerine, birbirimizle uğraşıyoruz.

Bu satırların sahibi, kendisini bir Müslüman olarak ve Müslümanlar arasındaki tarihî farklılıklar arasında ise, İslâm'ın Sünnî yorumuna bağlılığını hiç bir yerde gizlemeyen ve bundan asla rahatsız da olmayan birisidir. Ama, 'Müminler ancak kardeştir..' meâlindeki âyetin şümulü içinde kimler girer, bunu Allah bilir..

Çünkü, Tevhîd, yani, 'Lâilâheillallah' inancına, Hz.Muhammed'in nübüvvetine, Kur'an'a, bağlı, 'Ehl-i Kıble' olan insanları, iman kardeşi olarak bilirim. Bu, kendim de dahil, bu ölçüler içindeki herkesi kusursuz, hatasız bilmek mânâsında da değildir. Dünyanın pek çok yerinde irili-ufaklı pek çok Müslüman cemaatlerle karşılaşmış birisi, inanç açısından değil, ama, inancın yorumlanması, tefsir ve tevili açısından çok farklı olduğum kişi ve gruplar gördüm.. Herkesin, tıpatıp, aynı şekilde inanması, düşünmesi de esasen mümkün de değildir. Herkesin, idrak seviyesi, müşahede ve muhakeme gücü aynı farklıdır.. (Dün bir Müslüman avukat, 'vahdet-i İslamiye/ İslâm Birliği' idealinin inananları diktatörlüğe, faşizme sürükleyebileceğini bile ifade etti..)

*

Bu izahtan sonra.. Dünkü yazımda, İslam'ın ilk asrında, hele de Hicret'in 61. yılında Kerbelâ Faciası'na ve hâlâ da devam eden derin ayrılığa ve bu ayrılığın temelleriyle, tarihin getirdiği tortuları arasında sıkışıp kalan Müslüman dünyasının perişanlığına dikkati çekmek istedim..

Evet, Kerbelâ Faciası'yla ilgili olarak, İmam Cafer-i Sâdıq'ın, 'zulüm ve haksızlığın olduğu her gün âşura, her yer Kerbelâ..' diyerek, 'küll-i yevmın âşura, küll-i arzın Kerbubelâ..' dediği rivayet edilir. Çünkü, zulüm oldukça, cihad olacaktır ve cihad oldukça da Müslüman üzerine düşeni yerine getirmekle mükelleftir.

*

Hz. Peygamber (S)'in Hicret'in 10. yılında irtihalinden sonra.. İslam Milleti'nin başına Hz. Peygamber'in halefi, halifesi olarak, Hz. Ebubekr getirilmiştir, istişareler neticesinde..

Onun 4 yıl kadar süren Halifeliğinden sonra, O'nun tavsiyesine de uygun olarak Hz. Ömer Halife seçilmiştir. Ve onun 10 yıllık Halifeliği sonrasında öldürülmesi üzerine, yine istişare yoluyla, Hz. Osman seçilmiş ve 12 yıl süren halifeliği sonunda onun da katledilmesi ve onun yerine Hz. Ali'nin yine istişare yoluyla seçilmesi noktasına gelinmiştir..

Ve amma, o dönem daha bir muhataralı olmuş ve Hz. Aişe'nin idare ettiği Cemel Cengi.. Sonra, Şam'da Hz. Ömer zamanından beri Vali olan Muaviye'nin ordusuyla Sıffîyn'de yapılan savaş sırasında, Ali askerlerinin bir kısmının ayrı baş çekmesiyle, Haricîler (Khevaric) denilen güruh ortaya çıkmış; arkasından, Sıffîyn Savaşı'nın Hakem Hadisesi denilen bir büyük hile tezgâhlanmıştı. Bu sırada, Haricîler, 'aslında bir reis'e,bir halife'ye, gerek yok ' deyip, büyük bir fitneyi uyandırmaya başlayınca; Hz. Ali, Nehrevan Cengi'nde eski askerlerinden binlercesini yenilgiye uğratmıştı. Ama, geride kalan Haricîler, Ali'nin de , Muaviye'nin de dinden çıktığına ve ikisinin de öldürülmesine karar vermişler ve gece namazlarıyla, zühd ve taqvâsıyla (!) şöhretli Abdurrahman ibn Mulcem, Kûfe şehrinde Hz. Ali'yi katletmişti..

Bu acı hadiseler, Kerbelâ'ya güle oynaya gelinmediğini anlamak için hatırlanmalı..

*

Son yüzyıl Hind Müslümanlarının büyük ârif, mütefekkir ve şairlerinden olan ve 1938'de vefat eden Muhammed İqbâl, 'Kerbelâ Faciası'nın Esrârı' adındaki şiirinde, bu acı tarihe işaret ederken, 'Müslüman, mâsivanın kölesi değildir, firavunluk önünde baş eğmez.. 'Mûsa ve Firavun, Huseyn ile Yezid, hayattan doğan iki kuvvettir.. Huseyn'in kılıcı, ancak dinin büyüklüğü uğrunda çekilmişti. Maksadı, Şeriat-i Muhammediye'den gayrı bir şey değildi..' diyordu.

Evet, Hicret'in 61. yılında, yani Hz. Peygamber'in dünyayı terk etmesinden sadece 50 yıl sonralarda, Hz. Huseyn, 72 yarânıyla birlikte, Yezid ordusunca, Kerbelâ'da katlediliyordu.. Hz. Huseyn, teslim olmasını isteyenlere, 'Zillete boyun eğenlere yazıklar olsun.. Kılıçlar ve kargılar, Kur'anımızı delik -deşik edecekse, o kılıçlar ve kargılar benim göğsümü parçalasın..' karşılığını veriyordu..