En büyük tehlike: Ulusalcý-korumacýlýk

Dün Merkez Bankasý, gecelik faiz oranlarýnda, borçlanma faiz oranýný yüzde 5’ten yüzde 4.75’e ve borç verme faizini ise yüzde 9.00’dan yüzde 8.75’e indirdi. Böylece koridoru daraltmýþ oldu. Aslýnda haftalýk repo faizi olan politika faizinden ziyade gecelik faiz oraný piyasayý belirlemesi açýsýndan çok daha önemlidir. Merkez Bankasý’nýn faiz koridorunun alt-üst limitlerini 25 baz puan düþürmesi ve piyasa yapýcýsý bankalara dönük borçlanma faizini de (repo) 8,5’dan 8.25’e indirmesi yerinde bir hamle oldu. Bu karardan sonra faizler düþmeye, kur da (sepet bazýnda) yukarý çýkmaya baþladý. Geçen hafta, Türkiye için, muhtemel bir not artýrýmýnýn bir tuzak olacaðýný söylemiþtik. Bu anlamda not artýrýmý söylentilerinin iyice ayyuka çýkmasýna paralel olarak, Merkez Bankasý’nýn yaptýðý bu hamleyi olumlu ve yerinde buluyoruz. Not artýrýmýnýn, bu dönemde, özellikle 2013’ün ilk çeyreðinde olmamasý gerekir, eðer olursa bu tam anlamýyla bir tuzak olur; þöyle ki; dünyada bir pazar kapma savaþýnýn yaþandýðý, býrakýn kurlarý gemi taþýma maliyetlerinin bile diplerde süründüðü bir konjonktürde Türkiye’de-gereksiz- TL deðerlenmesi, Türkiye’yi tam kalbinden vurmak olur. Türkiye’yi yeniden gereksiz deðerli TL, yüksek faiz, yoðun -sýcak- kýsa vadeli sermaye giriþi-çýkýþý tuzaðýna sokmak isteyenler tam þimdi inanýn sýrada. Olasý bir not artýrýmý, uzun vadeli yatýrýma dönük (FDI) giriþlerini deðil, kýsa vadeli-her an çýkabilecek- giriþleri öne çýkartacaktýr. Bu da kýsa vadede TL deðerlenmesini ve ihracatýn düþerek, Türkiye’nin rekabet þansýný yitirmesini, orta vadede ise faizlerin yükselmesini- yüksek oranlý çýkýþ riski beklentisi- saðlayacaktýr. Ayrýca bu kýsýr döngü, yalnýz ekonomiyi denetlemenin aracý deðil siyaseti de yönlendirmenin aracýdýr. Çünkü sýcak para ile cari açýk finansmaný uyuþturucu baðýmlýlýðý gibidir, bu baðýmlýða düþen bir ülke, týpký uyuþturucu baðýmlýsý bir insan gibi zavallýlaþýr, kiþiliðini kaybeder ve ‘söyleneni’ yapmaktan baþka çaresi kalmaz. Ýçeride oligarþinin dýþarý da kirli-finans-kapitalinin oyuncaðý olur. Türkiye, yakýn zamana deðin, bu tuzaðýn içindeydi; faiz ve rant ikilisi ekonomiyi belirledi, bu faiz ve rant musluklarýný tutanlarda siyaseti belirledi; biz buna kýsaca militarizme dayalý vesayet rejimi diyoruz. Türkiye, þimdilerde ‘kur savaþý’ diye anlatýlan olgunun aslýnda bir pazar ve güç paylaþýmý baþlangýcý olduðunu ve bunun bir müddet sonra korumacýlýk denen savaþ öncesi hazýrlýða dönüþeceðini görmelidir.

Bütün bu anlattýklarýmýzý teyit eden bir notta geçen hafta, OECD’den geldi. OECD ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) analizinde, dünya ticaretinin deðiþen yüzüne vurgu yapýlarak, ‘geniþ ihracat pazarlarýnýn açýlmasý, küresel üretim zincirlerinin oluþturulmasý ve küresel ticaretin, ekonominin iyileþmesi ülkelerin daha fazla entegrasyonuna ve daha az korumacýlýða baþvurmasýna baðlýdýr’ dendi. Tabii ki özellikle DTÖ bunu yýllardýr söylüyor. Ama bu sefer DTÖ bu temel savýný deðiþen ticari dengeler ve entegrasyonlar da güçlendiriyor. Örneðin, bilgi notunda, Çin’in elektronik ihracatýnýn yüzde 40’nýn yabancý kaynaklý öte yandan Almanya’nýn çok iddialý olduðu motorlu araçlarý ihracat deðerinin üçte birinin ithalat kaynaklý olduðu hatýrlatýlýyor. Çin’deki ihracat katkýsýnda ithalat oranýnýn yüksek olmasý tabii ki yeni bir þey deðil, bu baþýndan beri böyle diyebilirsiniz, ama Almanya gibi merkez sanayi ülkelerinde geleneksel sanayi mallarýndaki ithal deðerinin giderek yükselmesi ve ara malý ithalatýnýn artmasý yalnýz ekonomik sonuçlarý olan bir veri deðil, siyasi sonuçlarý da olacak bir ekonomik ve ticari geliþme.

Korumacýlýðýn sonu savaþtýr

Ancak tabii ki burada çok önemli bir sorun var: Geliþmiþ ülkeler, sanayi devriminden beri, devletçi bir korumacýlýkla sömürü mekanizmalarýný desteklediler ve devam ettirdiler. Bu mekanizmanýn kalýntýlarý hala var ve bunun temizlenmesi gerekiyor; DTÖ her þeyden önce bunu görmeli.

Dünya ticaretinin daralmasý ve korumacýlýðýn bu süreçte, -belli bir dönem bile olsa- öne çýkmasý iþsizliðin daha da artmasý ve küresel krizin derinleþmesi demek. Küreselleþmeden böyle bir dönüþün, insanlýk için, çok acý sonuçlarý olabilir. Çünkü özellikle geliþmekte olan ülkelerde, korumacýlýðýn çözüm olarak gösterilmesi ve uygulanmasýnýn sonu savaþtýr.

Öte yandan yoksullukla mücadele ve iþsizliðin aþaðýya çekilmesinin, kýsa vadede, en etkili yollarýndan birisi, geliþmiþ ülkelerin göçmen iþçi ve emeðin serbest dolaþýmý politikalarýný desteklemesi ve çalýþma saatlerinin düþürülmesi olacaktýr.

Dünya Bankasý’nýn 2005’te yaptýðý çalýþmaya göre, OECD ülkeleri 2025’e kadar 14 milyon göçmen kabul ederse, küresel ekonomi 356 milyon dolar katma deðer elde etmiþ olacak. Bu etki tarýmsal engellerin kaldýrýlmasýndan daha büyük bir katma deðer artýþý demek.

Demek ki, krizin çözümü sýnýrlanýn ekonomik ve siyasi olarak kalkmasýndan, ulusalcýlýðýn her türünün tarihin çöp tenekesine gitmesinden geçiyor.