Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

En çok vergi veren neden muhafazakar işadamları değil?

Maliye Bakanlığı, 2013 yılına ait gelir vergisi listesini açıkladı. Listenin ilk sıralarında Koç Holding yönetim kurulu üyeleri ve Koç Ailesi’nin önde gelen isimleri var. Buna ilaveten Türkiye’nin çok iyi tanıdığı ve yıllardır o listede yer alan işadamları bulunuyor. Yayınlanan gelir vergisi listesidir, bir de kurumlar vergisi sıralaması açıklanacaktır. Yani, işadamlarının şahsi gelirlerinden ödedikleri vergilere ilaveten yönettikleri şirketlerin kazançlarından ödemeleri gereken vergiler vardır. O miktar daha büyüktür. 

Vergi ödeme tablosu, sadece kamu idaresinin elde ettiği vergi miktarını ifade etmez aynı zamanda ülkenin ticari kuruluşlarının büyüklüğünü ve genel olarak da ülkedeki ekonomik gücün dağılımını gösterir. Daha açık ifadeyle zenginliğin kimde olduğunu görmenin en anlaşılır ve dolayısıyla en şeffaf yolu da vergi listelerine bakmaktır. 

İktidarda AK Parti olunca...

Şimdi soru şu... 2013 yılının gelir vergisi listesinde neden muhafazakar karakteriyle bilinen işadamları bulunmuyor? İktidarda muhafazakar bir parti var ve genel kanaat de böyle bir iktidarda en çok kazananların muhafazakarlar olması ve onların vergi ödemesi gerektiğidir. Oysa öyle olmuyor. Sadece 2013 değil, geriye doğru bütün yıllarda da benzer bir sıralama var. Neden böyle?

Zannedilenin aksine AK Parti iktidarları yıllarında sermaye yapıları, ekonomideki iktidar ve bilhassa finansal güç sistemi değişmedi. 2002’de güçlü olan şirketler ekonomideki büyümenin de sağladığı avantajlarla daha da büyüdüler. Ekonomi yüzde 4, 5, 6, 9 gibi sıralı ve istikrarlı büyüme rakamlarını yakalayınca başlangıçta sermaye derinliğine sahip olan ve iş hacmi geniş olan şirketler bu yükselişi doğal olarak daha büyük karlara ve zenginliğe çevirdiler. On yıllardır sahip oldukları sermaye avantajı, ekonominin dinamizm kazandığı dönemde hepsine geometrik büyüme imkanı sağladı. İyi de oldu... Bu sayede ülkede daha fazla üretim, ihracat, döviz geliri ve istihdam sağlandı.

Büyüme, temelde özel sektörün genişlemesi ve uluslararası ticarette rol alması demektir. Türkiye de dünya tarafından takdir edilen gelişimini bu sayede sağlamıştır.

Aynı dönemde; yani, AK Parti iktidarı yıllarında bu partiye yakın bilinen veya muhafazakar kimlikli işadamları ve şirketler sanılanın aksine özel himayeye mazhar olmadılar. Elbette, orta ölçekli şirketler yıllardır dışlandıkları ekonomi oyununda nispeten daha adil muamele görmeye başladılar ve özellikle Anadolu sermayesi başını kaldırdı. Ancak, aradaki sermaye birikimi ve tecrübe farkı o kadar büyük ve kapanmaz boyutta ki geride başladıkları yarışta ön sıralara geçmek mümkün olmadı. Herkes birlikte büyüdü, yarışa önde başlayanlar ise mesafeyi daha da açtı.

Gelir vergisi listesi, kurumlar vergisi listesi ve her yıl bağımsız olarak açıklanan “En Zengin 100 Aile” listesi bu gerçeği teyid ediyor.

Siyasal iktidar başka ekonomik iktidar başka

O listelerde muhafazakar aileler ve işadamları da bulunuyor. Ama zaten hep bulunuyorlardı. Ayrıca, hayatın olağan akışı ve serbest piyasanın sunduğu rekabet imkanları dairesinde bazı yeni isimler de listelere giriyor. Ama her durumda genel manzara değişmiyor.

Sermaye gücü 10 yıl, 20 yıl, 50 yıl önce kimin elindeyse bugün de aynı kesimin elindedir. Siyasal iktidar, hatta vesayet sistemi değişti ama ekonomik iktidar değişmedi.

AK Parti, bu güç dağılımının radikal bir şekilde değişmesini hedeflemedi, aksine piyasanın kendi kurallarına tabi olmayı tercih etti. Siyasal ve ideolojik tercihine bakmaksızın herhangi bir şirketin büyümesini doğal olarak ülkenin toplam menfaati olarak değerlendirdi. Hal böyle olunca inşaat veya hizmet gibi bazı sektörlerdeki değişim de sermayenin el değiştirmesine yetmedi.

Muhafazakar yatırımcı finans ve enerji gibi para sahipliği ve zenginliğin odaklandığı branşlarda, sermaye derinliği sorunu nedeniyle varlık gösteremedi. Hal böyle olunca, bir-iki bankanın 10 yılda artan marka değeri yüzlerce orta ölçekli şirketin değerini aşmaya yetti. Denklem bu kadar nettir ve sermaye gerçeği bu kadar basittir.

Bugünün güçlü denetim sisteminde hiçbir büyük şirket, bilinen, tanınan işadamı kazancını gizleyemez, kazanmışsa vergiden kurtulamaz. Mesela, Koç, Sabancı, Özyeğin veya Doğan kadar güçlü olup da sistemden kaçabilmek mümkün değildir. Kazanç mutlaka görülür ve vergilendirilir. Vergi listeleri o yüzden ülkedeki ekonomik iktidarı büyük bir kesinlikle anlatır.

“Nerede bu muhafazakar işadamları? Niye vergi listesinin başında değiller?” soruları bu gerçek karşısında bir anlam ifade etmiyor. Kazanamadılar çünkü. Ya da geleneksel rakipleri o kadar çok kazanıyor ki onların kazancı listeye bile giremiyor. 

Bir başka açıdan listede AK Parti’ye yakınlığıyla bilinen işadamlarını ön sırada olamaması iktidar partisine yakınlarına yönelik çıkar ve imtiyaz dedikodularını da boşa çıkarıyor.