En sempatik Atatürkçü

Attila İlhan vefat ettiğinde, bir köprü de yıkılmıştı. Şiirleri, romanları ve denemeleriyle edebiyat dünyasında haklı bir yer edinmiş, bir “Attila İhan fenomeni” yaratmıştı ama daha da önemli özelliği  “düşünür” yönüydü.

Atatürkçü bir düşünür...

Düşüncelerini uçuk-kaçık ve rasyonalize edilemez bulabilirsiniz ama Atatürkçülüğe “akılla” yaklaşan müstesna isimlerden biriydi.

Yani, “konuşulabilir”, “uzlaşılabilir”, “müşterek oluşturulabilir” bir Atatürkçü...

Ahmak Atatürkçülerden (Atatürkçülüğe din, Nutuk’a kutsal kitap, Anıtkabir’e Kabe muamelesi yapan “gerici” taifesinden) daral geldiği için, Attila İlhan’ın fetiş Atatürkçülükle ödeşen ya

zıları adeta rahmet gibiydi...

İnönü’den hazzetmezdi. (“İnönü Atatürkçülüğü” diye bir kavram atmıştı ortaya.)

Atatürkçülüğü “militarizmin felsefesi” haline getiren halaskaran (!) takımıyla imtizaç etmezdi.

Mevcut uygulamasıyla laikliğin, “laiklik dışı” bir yordam olduğuna inanır ve mütemadiyen bunu tekrarlardı.

Daha da önemlisi, “Batılı değer tercihlerine” karşı “yerli bir bileşim” yaratmamız gerektiğini söylerdi.

Bu bileşimi Atatürkçülükle mi yaratacaktık?

Burası tartışmalı işte.

Ama her şeye rağmen, “konuşulabilir” ender Atatürkçülerden biriydi.

Bu yüzden “bir köprü yıkılmıştı” diyorum.

Attila İlhan için söylediklerim, rahmetli Toktamış Ateş için de geçerlidir.

Hatta, Toktamış hoca, daha fazlasını hak ediyordu.

Atatürkçüydü ama bu aidiyetini (inancını) “dışlama fırsatı” sayanlar gibi düşünmüyordu. Hatta, onlara karşıydı.

Hoşgörülüydü.

Muarızına saygılıydı.

Ve “diyalog”dan yanaydı.

Meşum ve menfur 28 Şubat sürecinde aldığı pozisyonu eleştirmiştim. Muhtemeldir ki incitici olabilecek yazılar da yazmıştım ama “akıl ve sağduyu kaybı” temelinde yükselen darbeye karşı “yumuşatıcı” unsurdu... Darbenin düşman bellediklerini “düşman” olarak görmemişti. Onlara elini uzatmıştı. Sürekli bir müşterek aramıştı. Diyalogu koparmamıştı.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “cesur adam” tanımlaması çok şeyi anlatıyor.

Yaptıkları (aldığı tavır), cesaret gerektiriyordu çünkü.

Tehditler alıyordu. Bunu sitemkar bir üslupla ama daha çok bir baba hoşgörüsüyle yazmıştı.

Bir imza gününde, masasının altında, patlamaya hazır bomba bulunmuştu.

Dahası, kendi mahallesinden dışlanmıştı. “Hain” ve “mücrim” ilan edilmişti.

Türlü tehditlere ve hakaretlere rağmen, cesur tavrını sürdürdü

Duruşunu bozmadı.

Toktamış Ateş, sadece bu cesaretten ibaret bir aydın değildi. Sempatisiyle de örnek ve “öğretici”ydi...

Ne kadar karşıt olursanız olun, ona kızamazdınız. Mehmet Ali Birand’da olduğu gibi, tanımlanamaz bir “masuniyete” sahipti. Size hak veriyormuş gibi yaparak ideolojisini anlatırdı (çerçevelerdi) ve ilginçtir, ikna edici de olurdu.

Dolayısıyla, “En sempatik Atatürkçü” nitelemesini ziyadesiyle hak ediyor.

Toktamış Ateş’i kaybettik.

Allah rahmet eylesin.

Bir çift söz de, program ortağım Nevin Ateş için:

Nevin Hanım’ın aylarca “hastane-okul-ev-televizyon” arasında metanetle nasıl koşturduğunu, hangi fedakarlıklara katlandığını Mustafa Armağan’la birlikte, neredeyse günü gününe izledik... Bu vesileyle “büyük bir yürek” tanımış olduk.

Türkiye önemli bir değerini kaybetti.

Nevin Hanım da “hayat arkadaşını” kaybetti.

Kendisine ve yakınlarına Allah’tan sabırlar diliyorum.

Başları sağ olsun...