Enflasyon, gıda krizi ve Türkiye’nin kapsayıcılığı...

Dün gelen enflasyon rakamları iki temel nedenden dolayı beklenmeliydi; birincisi yerel seçimlere gidilen süreçte oluşturulan siyasi belirsizlik ve buna bağlı olarak hızla artan kurlar ve en önemlisi gıda fiyatlarındaki küresel hızlı yükseliş. Mart ayı tüketici enflasyonunda gıdaki yükseliş belirleyici oldu. Şu gıda enflasyonu üzerinde duracağız ancak; önümüzdeki aylarda enflasyonun kaderini yine sanayici belirleyecek. Kurlardaki oynaklık son buldu ve ihracata bağlı sanayi yeniden öne çıkmaya başladı, burada Merkez Bankası’nın faiz artışının üretim maliyetlerine olumsuz yansıması tabii ki belirleyici olacak ancak Merkez Bankası’nın enflasyon endişesi ile para politikasını daha da sıkılaştırması ve burada ihracatçıyı ve sanayiciyi de kapsayan bir kredi kısıtına banka sistemini zorlaması nitelikli büyümeyi çok hızlı aşağıya çekeceği gibi, orta ve uzun vadede de enflasyonu kronik hale getirir. Bu açıdan Türkiye’nin büyümesini, ekonomik ve siyasi nedenlerle aşağı çekmeye çalışan bir cephe var ve bu cephenin şu enflasyon rakamlarına nasıl sarılacaklarını da tahmin ediyorum.

Gıda krizi meselesi

Buraya yine geleceğim ancak mart ayı enflasyonunu tüketici fiyatları yönünde yukarı çeken gıda artışı sorununa değinmek gerekir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Küresel Gıda Fiyatları Endeksi mart ayında 4.8 puan birden yükseldi. Bu çok ciddi yükseliş... Mart ayında tahıl fiyat endeksi 10 puan birden yükselerek 205.8, Yağ Endeksi 7 puan yükselerek 204.8 puana çıktı. Dünya, krize bağlı ekonomik ve politik tartışmaların ötesinde, bütün insanlığı etkileyecek bir gıda krizine mi gidiyor; işte bu soru içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sorularından birisi ve aynı derecede de gözden kaçırdığımız, tartışmadığımız bir mesele. Örneğin FAO Endeksi’nde mart ayındaki artış, Avrasya’daki politik gerginlikler, Brezilya gibi temel üretici güney ülkelerindeki mevsim normallerini aşan hava koşulları ve yine politik gerginliklere bağlanıyor. Ancak başta buğday olmak üzere, hububat üretimindeki azalışın bu gibi nedenlerle süreceğini tahmin ediliyor. Zaten BM, iki yıl önce 2013 ve 2014 için küçük çaplı bir gıda krizi uyarısı yapmıştı.

Sorunun kökeni...

Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler aleyhine inşa edilen ve AB ile ABD’nin yürüttüğü tarım politikları ve ticaret çevrimi krizi öne çekecektir. 2013 yılında, yine FAO ve OECD’nin ortaklaşa raporunda, önümüzdeki on yılda gıda fiyatlarının yüzde 40 artmasının kaçınılmaz olacağı belirtilmişti ve işte bu gerçekleşmeye başladı.

Peki ne yapmalı; Türkiye nasıl önlem almalı? İlk önce bu sorunun temeline bakmamız lazım... 1928 yılında Hindistan’da Gandhi şöyle yazıyordu: ‘Hindistan’ı Batı tarzı bir sanayileşme yoluna girmekten Tanrı esirgesin. Tek bir küçük ada krallığının (Britanya) iktisadi emperyalizmi bugün dünyayı zincire vurmuş durumda. Eğer 300 milyonluk Hindistan benzer bir iktisadi sömürü yolu tutsa, dünyayı çekirge sürüsü gibi talan eder.’ Evet, Gandhi çok haklıydı; sanayi devrimiyle başlayan ve sömürgecilikle devam eden dünya düzeni, dünyanın büyük bölümünü doğal kaynaklardan mahrum etmeye ve bu doğal kaynakları küçük bir azınlık için yağmalamaya dayanıyordu. Şimdi yine Hindistan’da kalalım; tarih 2006, Asya Kalkınma Bankası’nın yıllık toplantısı; Hindistan Başbakanı Manmohan Singh kürsüye geliyor ve sakin ama çok kararlı ve oldukça politik bir konuşma yapıyor... Sanki iki yıl sonra Batı’nın başına gelecek krizi haber veriyor ve artık yeter diyor; evet artık yeter, özellikle fazla veren Asya ülkeleri ellerindeki fazlalarla, başta ABD olmak üzere, Batı’yı finanse etmekten vazgeçmeli ve doğuda, güneyde bizim de öncülük edeceğimiz insani kalkınma projelerine yatırım yapmalı; gelmekte olan gıda krizi ve açlık ancak böyle önlenir.’ Bu konuşma üzerine toplantıyı izleyen ABD’li gözlemci, heyecanla ayağa fırlayarak, ‘ama bu herkesin altında kalacağı bir kriz olur, çünkü ABD dolarının hegemonyası biter, Batı hızla çöker, bunu yapmaya cesaret edemezsiniz’ diye konuşmaya başlıyor. İşte ABD’de Johns Hopkins Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Giovanni Arrighi’nin aktardığı bu aneknot, her şeyi özetliyor.

Türkiye ne yapıyor, ne yapmalı?

Çarşamba günü Stratejik Düşünce Enstitüsü, bir seçim değerlendirmesi paneli yaptı; gerçekten çok derin ve önemli analizlerin yapıldığı panelde katılımcılardan Prof. İşaya Üşür, özellikle Başbakan Erdoğan ile belirginleşen, Türkiye’nin, Doğu Avrupa’da, Afrika’da, Ortadoğu’da ve Kafkasya coğrafyasında mazlum halkların sorunlarını öne çıkaran yeni dış politikasının, seçimlerde etkili olduğunu söylerken, bunun yeni bir ‘alt-emperyalizm’ yönelimi olup olmayacağının tartışılması gerektiğini de söyledi. Ben bu yeni politikanın, kesinlikle ‘emperyalizm’ kavramının tarihsel içeriği ile ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bugün Türkiye, dünyada acil insanı yardım yapan 4. ülkedir ve bu, Batı’nın hiçbir zaman anlayamayacağı, Doğu ve İslam kültürüne, bakışına ait bir yaklaşımdır. Aslında bu, demin referans verdiğim Arrighi’nin de çok iyi anlattığı Doğu Kalkınması’nın güncellenmiş versiyonudur. Ama bu, aynı zamanda, maddi temelleri olan ve hemen gerçekleşebilecek bir ekonomi politikasıdır da. Bugün yalnız Çin ve Hindistan’ın 2.5 milyara hızla giden nüfusları ve teknolojik atılımlarıyla belirginleşen üstünlükleri, 19. yüzyıldaki gibi Britanya’nın yağma politikasına dönüşse dünyada on yılda açlıktan ölmeyen çok az insan kalır. Ama Çin, Hindistan ve devamla Türkiye gibi ülkeler ürün standardından, tarım politikalarına kadar yeni bir ekonomik çevrim belirlerlerse, gelmekte olan gıda krizi dahil, her şey hızla iyileşmeye başlar. 


Gıda krizinin anahtarı...

Bugün gıda krizini, Asya’dan Avrupa’ya gidecek ve Yeni İpek Yolu diye anlatılan orta ve güney ticari koridorlarını birleştiren ve yine buralardan geçecek yeni enerji yolları ile barışı ve entegrasyonu sağlayan Türkiye gibi merkez ülkeler önleyebilir. Yukarıda da söyledim, şimdi küresel gıda fiyatlarının önemli ölçüde belirlediği enflasyon yükselişini bahane eden bazı çevreler, yine büyümeyi düşürün, frene basın propagandasına başlayacak.

Türkiye’nin, özellikle sanayide frene basmasının, Erdoğan ve Davutoğlu’nun yürüttüğü yeni bölgesel kalkınma anlayışını sekteye uğratacağını biliyorlar çünkü... Ne kadar büyeme o kadar oy hesapları yapılmaya başlandı bile...

Hem Türkiye hem de bütün Doğu bu tuzaklara artık gelmeyecek. Hem ülkemizde hem de dünyada yeni bir dönemi başlatıyoruz. Bu yeni dönemde, insanlık için krizler olmayacak. Krizlerin sahipleri kendi krizlerini yaşayacaklar.