Osmanlý’dan Cumhuriyete geçiþte her þey gibi savunma stratejimizi de kökten deðiþtirdik. Biz kimseye bulaþmazsak bize de kimsenin bulaþmayacaðýný zannettik.
Güvenliði, “savunma”ya indirgeyen bu sorunlu anlayýþýn sahipleri, futbolcularýn bile uyguladýðý “En iyi savunma taarruzdur” ilkesini bir türlü anlayamadý.
Oysa tarih boyunca ölümüne çekiþmelere sahne olmuþ bu coðrafyada, suya sabuna dokunmadan tutunabileceðini düþünmek, hezimetin ta kendisiydi.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün Mustafa Kemal’e ait olduðunu söyleyip iþin içinden sýyrýlmak isteyenler, 1 Mart 1922’de TBMM’nin 3. Yasama dönemi açýlýþýnda yaptýðý konuþmada, “Hazýr ol cenge, eðer istersen sulh-ü salâh” dediðinden nedense hiç bahsetmiyorlar.
Oysa gerçek o ki, yýllar boyunca rejimi milletin kendisinden korumak gibi saçma bir motivasyona kilitlenen bu zihniyet, her þeyde olduðu gibi “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü de yanlýþ uyguluyordu.
Biraz düþünselerdi “yurtta sulh”un, milletin mayasý olan Ýslamiyet’e düþmanlýkla, Kuran-ý Kerim’i yasaklamakla, “cihanda sulh”ün ise ezelî düþmanlarýmýza yaltaklanmakla saðlanamayacaðýný anlayabilirlerdi.
Özal denedi, susturdular
Bu yanlýþý fark eden ilk lider merhum Özal’dýr.
Özal, Ortadoðu’nun tekrar karýþacaðýný ve PKK’nýn, Türkiye’nin baþýna bela edileceðini görmüþtü ve etrafýmýzda oynanan oyunlardan olumsuz etkilenmemek için sahada olmamýz gerektiðini düþünüyordu.
Özal resmi ideoloji ürünü olmadýðý için, Lozan’ýn; cephedeki zaferlerimizi yansýtmayan bir dayatma olduðunu iyi biliyordu.
Saddam’ýn Kuveyt’i iþgali sonrasýnda Irak’a güneyden giren ABD, Türkiye’nin de kuzeyden yardýmcý olmasýný istiyordu.
Ortadoðu’da sýnýrlar yeniden çizilirken, Musul ve Kerkük hakkýndaki tarihi sorumluluklarýmýzýn da gündeme gelmesinin kaçýnýlmaz olduðunu hatýrlatan Özal, Baþkan Bush’tan teminat da almýþtý.
Ne var ki ilk tepki yine içerideki “sulh”çülerden geldi.
Önce Dýþiþleri Bakaný ve Milli Savunma Bakaný istifa etti. Cumhurbaþkaný Özal’ýn ýsrarýnýn sürmesi üzerine de Genelkurmay Baþkaný Necip Torumtay görevi býrakarak bu hedefi akamete uðrattý.
Vahamete bakar mýsýnýz...
Ülkenin sulh ve salahýný temin ile görevli komutan, tam da sulh ve salahýn tahkimi için verilen talimatý yapmamak için kaçýyordu...
Peki ne oldu?..
Bu politika sulh filan getirmediði gibi bugün bedeli kat kat artmýþ olarak karþýmýza çýktý.
Elbette mesele Musul’un fethi deðil.
Müþahhas bir örnek olduðu için Musul üzerinden gidiyoruz.
Nitekim kimsenin bir karýþ topraðýnda gözümüz olmadýðýný her fýrsatta ifade ediyoruz.
Ama kimseye karýþmasak da evimizde otururken odaya füze düþtüðünü görüyoruz.
Komþunun kanalizasyon borusu patlamýþ; bizodamýza sýzan pislikleri temizleyerek çözüm arýyoruz.
Boþuna... O boru tamir edilmedikçe pislikten kurtulamazsýnýz.
Ve evine de kendine de hayrý olmayan bir komþunuz varsa bu iþi siz yapmak zorundasýnýz.
Son yýllarda terörle mücadele konusunda paradigmalarý deðiþtiren Türkiye, býrakýn dýþ desteðin kesilmesini, terör örgütleriyle kurulan sýký ittifaklara þahit oldu.
Hatta, “Suriye bataklýðýna girersek çýkamayýz” masalýyla bizi uyutmaya çalýþanlar da 15 Temmuz gecesi “Yurtta sulh”tan ürettikleri “darbe konseyi” ile Türkiye’ye deðil, bu kirli ittifaka hizmet ettiklerini ortaya koydular.
15 Temmuz bir resetlemedir
15 Temmuz aslýnda Türkiye’nin ikinci doðum günüdür.
Zira devlet, ancak virüslerden temizlendikten sonra düzgün çalýþan, isabetli kararlar alan bir mekanizmaya kavuþabilmiþtir.
Ýþte bu resetlemenin saðladýðý saðlýklý iþleyiþ sayesinde kalýcý huzur için köklü çözümler üretilebilmiþtir.
Kimsenin çarpýtmasýna, zorlama yorumlar yapmasýna gerek yoktur. Cumhurbaþkaný Erdoðan’ýn önceki gün açýkladýðý, “Artýk sorunlarýn kapýmýzý çalmasýný beklemeyeceðiz. Bu örgütler nerede yuvalanýyorsa orada tepelerine bineceðiz. Bunun yeri Musul’sa Musul’da olacaðýz” þeklinde özetlenebilecek yeni güvenlik stratejisi, “güncellenmiþ savunma anlayýþý”na dayalý bir yöntem deðiþikliðidir.
Sun’i gerekçelerle binlerce kilometre uzaktan gelip bölgemizi ateþ çemberine çevirenlerin, evine sýzan pisliði kaynaðýndan kurutmaya çalýþan Türkiye’ye söyleyeceði hiçbir þey olamaz.
Siyasi tarihimizde “Erdoðan Doktrini” olarak yerini alacak olan bu yeni anlayýþ, “Yurtta sulh, cihanda sulh”ün günümüz dünyasýna uyarlanmasýndan ibarettir.