Erdoğan ile Arınç’ın kırk yıllık dostluğuna gölge düşmez

21 Mart Cumartesi günü dört ilimizde dört büyük etkinlik vardı. Denizli’de Cumhurbaşkanı halkla buluştu ve mitingde konuştu. Başbakan İstanbul’da partisinin bahar şölenine katıldı ve bir konuşma yaptı.Ankara’da MHP’nin 11. Olağan kongresi yapıldı. Ve Diyarbakır’da Nevruz kutlamasında İmralı’nın mektubu okundu. 

Dört etkinliğin dördünde de hem nevruz hem de barış süreci mesajları vardı.

Fakat dünyanın gözü kulağı Diyarbakır’daydı.

İmralı’nın mesajı merak konusuydu.

***

2013 Nevruzunda İmralı’nın silahlı unsurların yurt dışına çekilmeleri çağrısı yankı bulmamıştı. Kandil ve HDP İmralı’nın bu çağrısını iki yıl oyalamışlardı.

Hükümet de bu yüzden çağrılardan ziyade uygulamaya bakacağını/baktığını ve örgütün varılan mutabakata uymadığını deklare etmişti.

Cumartesi günü verilen mesajda da yeni bir şey yoktu.

Yeni olan bence sadece iki husus vardı. Onlar da yeni olmaktan ziyade mesajın içine girmesi yenilik arz ediyordu.

28 Şubat Dolmabahçe Deklarasyonu’ndaki on maddeye vurgu ve Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu.

Kobani Ruhu, Eşme Ruhu, Ortadoğu’nun demokratik ortak evini  inşa etme gibi yeni gibi görünen diğer çağrıları zaten İmralı’nın 2013 mesajında zımnen yer alan hususlardı.

***

Benim Nevruz mesajından çıkardığım sonuç İmralı’nın hükümetin ciddiyetine ve samimiyetine inandığı dolayısıyla silahların bırakılmasında ısrarcı olduğu ama HDP ve Kandil’in uygulamayı ötelediği şeklindedir.

Ötelemekten de ileri cumhurbaşkanına ve AK Parti’ye karşı tavırlarıyla aslında İmralı’ya muhalefet ettikleri şeklindedir.

Ne ondan vazgeçebiliyorlar ne de onun dediğini yapıyorlar.

HDP bir taraftan silahların gölgesinde siyaset yapmaktan hoşlanıyor, silahların desteğini kaybederse kan kaybedeceğini hesaplıyor, diğer taraftan Erdoğan ve AK Parti’den kurtulmak isteyen çevrelerin tezgahına malzeme taşıyor.

Kandil’in kimlerin ve hangi güçlerin etkisiyle tavır belirlediğini tahmin etmekse pek zor değil.

***

Öte yandan ben, İmralı’nın Dolmabahçe Deklarasyonu’na vurgusunun “Kürt sorunu yoktur” söylemini teyit ettiğini düşünüyorum.

Deklarasyondaki ovada siyaset, eşit vatandaşlık, sivil toplum örgütlerinin etkinliği, bölgesel kalkınma, ayrımcılığa son vermek, vatandaşlık güvencesi ve yeni anayasa gibi taleplerin hiçbiri sadece Kürtleri ilgilendiren talepler değildir.

Bu talepler ülkeyi yöneten elit tabaka dışında bütün vatandaşları potansiyel suçlu olarak gören vesayet sisteminin doğurduğu taleplerdir. Bundan bütün dindarlar, solcular ve hatta milliyetçiler bile muzdariptir. Mamak cezaevindekiler Diyarbakır’dakilerden daha mı az çekmişlerdir?!

***

13 yıllık AK Parti hükümetleri Dolmabahçe Deklarasyonu’nda ki maddelerin çoğunda gerekli adımları atmış ve büyük oranda vatandaşların hakları iade edilmiştir. Geriye kalan eksiklikler anayasadan kaynaklanan eksikliklerdir ki bu noktada HDP’nin sorumluluğu AK Parti’den daha az değildir.

Çözülmeye çalışılan ise silah sorunudur, terör sorunudur.

Sorunun çözülmesinde en büyük pay siyasi iradenin varlığıdır. Ülkeyi 13 yıldır yöneten siyasi irade 2005’ten bu yana taşın altına elini koymuştur. Bu siyasi irade olmadan ne İmralı’nın ne HDP’nin ne de Kandil’in yapacağı hiçbir şey yoktur.

Ancak görülen o ki HDP ve Kandil bu iradeyi istismar etmekte ve ayak sürtmektedir. Halkın çıkarından ziyade kendi çıkarlarını koruma telaşı içindedirler.

Kanaatimce Cumhurbaşkanının izleme heyetine ve deklarasyona karşı verdiği beyanatlar da bu istimara karşı hükümeti uyarmaktan öte bir şey değildir.

Arınç’ın tepkisinden yola çıkarak saray ile hükümet arasında kavga çıkarmak isteyenler asıl İmralı ile Kandil arasındaki ihtilafa baksınlar.

Bu tepki, süreçteki siyasi iradeyi olumsuz etkilemeyeceği gibi Erdoğan ile Arınç’ın kırk yıllık dostluğuna da gölge düşürmez/düşürmemelidir.

Not:

Bu yazı dünkü bakanlar kurulu toplantısından ve hükümet sözcüsünün açıklamasından önce yazılmıştır.