Cengiz Alğan: Erdoğan sömürge aydınlara biat etseydi böyle olmazdı

Alğan: Çözüm süreci başladığı andan itibaren çözüm karşıtı olaylar da başladı. Sol liberal demokrat çevrelerin AK Parti’den desteğini çekmesinin en temelinde İslamafobi var. Bir yanıyla da Erdoğan’ı etkileyememek, “güdememek” var.

Kalıcı barış için sorumluluk alan az sayıdaki siyasiyi yalnız bırakmamak ve tüm siyasi partileri, kesimleri, kişileri barışa çağırmak için oluşturulan “Barışa Bak” platformu Çözüm Süreci’ne destek vermek amacıyla bir araya gelmiş insanlardan oluşuyor. Bir deklarasyon metni yayınlayan ve bir Pazar günü boğazda “barış gemisi” yüzdüren platform geçen hafta içinde de Meclis’te grubu bulunan partileri ziyaret etti. Aralarında benim de olduğum heyet üyeleri Ak Parti, CHP, MHP ve HDP’ye giderek toplum adına “Barışa Bak” dedi. Heyetin sözcüsü Cengiz Alğan ile biz de kampanyayı, çözüm sürecini ve süreç karşıtı sol çevreleri konuştuk. Anayasa referandumuna Yetmez Ama Evet ile destek veren insan hakları aktivisti Alğan, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) ve Türkiye'deki nefret suçlarına karşı mücadele veren "Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe" platformunun da kurucularından.

Barışa Bak diyen bir çağrıda bulunuyorsunuz. Bu çağrı aynı zamanda barışa bakılmıyor gibi bir önermeyi de içeriyor aslında. Öyle mi gerçekten? Barış ortamı ve çağrısı yok mu Türkiye'de?  

Çözüm Süreci başladığı an Çözüm Süreci karşıtı hareketler de başladı. 7 Şubat 2012 MİT krizinden bu yana, Gezi süreci, 17-25 Aralık süreci ve sonra Kobani olayları gibi olaylarda durmaksızın yaşanmaya başladı. Toplumun yüzde 70'lere varan oranlarda barışa baktığını biliyoruz. Ama mesela 2007-2010 arasındaki demokratikleşme adımlarına verilendesteği Çözüm Süreci’nde göremedik.

Neden göremedik, ne oldu?

Galiba şöyle bir şey oldu. Sayıları az ama sesleri çok çıkan liberal demokrat kesimler ve küçük özgürlükçü birkaç sol grup, o dönemde demokratikleşmeye ve askerin geriletilmesine destek verdiler. Mesela TSK İç Tüzük, 35. Madde kaldırıldığında, AKParti’yi desteklediler. Kapatma davasına karşı çıktılar, darbelere karşı gösteriler düzenlendi. Ama 2011’den itibaren, AK Parti’nin askeri vesayeti geriletip kendi vesayetini kurduğunu ileri sürerek desteği kestiler. Hâlbuki demokratikleşme adımları artarak sürüyordu, hala da sürüyor.

TÜRKİYE SOLU İSLAMAFOBİK

Askerin geriletilmesiyle boşalan alana sivil siyasetin doldurmasından daha doğalne olabilirdi ki rahatsız oldular bundan?

Muhalefetlerinin doğal sınırına gelmişlerdi. ‘Bu iktidarla’ daha fazla yürünemeyeceğini düşündüler.

KADINLARI ÇARŞAFA SOKTULAR

Neden?

Bence en temelde İslamofobi var. Sol aydınların Ak Parti’ye karşı itirazının temelinde buvar. En son HDP'nin Silopi ve Mazıdağı’nda, kadına şiddeti protesto için yaptıkları eylemde de görüldü bu. Kadınları çarşafa sokmuşlar, birbirlerine zincirlemişler ve sokaklarda yürütüyorlar! Çarşafın kadını köleleştirdiğini anlatmaya çalışıyorlar güya. Türkiye’de kadının tek problemi çarşaf mıdır? Özgürlüğünü kısıtlayan tek şey çarşaf mıdır? Türkiye'de en solda duran, en özgürlükçü olduğunu iddia eden partinin “Türkiye’de kadının asıl sorunu çarşaftır” demesinin nedeni İslamofobi değil de ne olabilir?

ALTI OK'UN EN UZUNU LAİKÇİLİK

HDP Güneydoğu Anadolu'da, Doğu Anadolu’da etkin bir parti. Bölge halkı diğer bölgelere göre daha dindar, kadınlar daha mütesettir. Tabanı dindar Kürtlerden oluşan Hüda Par da AK Parti’den sonra HDP'ye rakip bir parti. Bu durum kadınların çarşafının alay konusu edilmesinin bir nedeni olabilir mi?

Bu bölge insanının daha dindar olduğu çok doğru. Buna yönelik de olabilir. Ama İstanbul'dan oraya aktivistler taşıyıp, onları çarşaflayıp zincirleyerek böyle bir şey yaptıklarında, yaşadıkları bölgenin sosyolojisini bilmediklerini ya da buna saygı göstermediklerini de göstermiş oluyorlar. Oradaki kadınların yüzde 80’i örtülü. Önemli bir bölümü çarşaflı. En başta o kadınlara “siz hiç bir şeyden anlamıyorsunuz, sürüsünüz”demiş oluyorlar. Ve başka birçok nedenle şiddet gören kadınların sorunları kapatılmış oluyor. Aslında Ak Parti’den başlatarak bütün dindar kesimden insanları, IŞİD'den çok da farklı değil, aynı skalada görüyorlar. Onların gözünde Kayseri’deki herhangi bir imam hatipli ile bir IŞİD militanının özde bir farkı yok. “Hepsi İslamcı işte!”. Malum CHP'nin Altı Ok’undan en uzun olanı ‘laikçilik’tir.

AK PARTİ'Yİ GÜDEBİLSELERDİ BOYLE OLMAZDİ

Peki, AKParti etki edebildikleri "güdebildikleri" bir parti olsaydı bu karşıtlık ve tepkisellik bu boyutlara varır mıydı?

Sanırım varmazdı. Mesela 2012'den itibaren, özellikle Gezi ile birlikte kontrol edilemez bir liderlikle yürüyen bir siyasi hareket var. Daha önce AK Parti’ye destek vermiş o demokrat kesimin aydınları hep batıya bakar. Ortadoğu’ya, Doğu’ya, Anadolu’ya sırtını döner. 2012 öncesi gibi olsaydı, Erdoğan'ın Batı’daki algısı o dönemdeki gibi olsa ve kendilerine biat etseydi çok da sorun etmeyeceklerdi.

Batıdan ilham alarak mı Erdoğan karşıtı oldular yani?

Erdoğan karşıtlığı önceden de vardı ama böylece de pekişmiş oldu. Ortadoğu değişince, Türkiye'nin Ortadoğu politikaları değişince, yerli, milli bir çözüm süreci başlayınca, bizim sol ve liberaller, aynen Batı’da olduğu gibi burada da Erdoğan düşmanlığını yükselttiler.

SÖMÜRGE AYDINI GİBİLER

2010 öncesinde özellikle AB süreci, 27 Nisan muhtırasına karşı duruş gibi süreçlerde güçlü şekilde verilen AK Parti desteği de buyuran, aferin veren, siyaset öğreten üstenci bir dille, bakışla veriliyordu. Sonraki süreçte parmak sallayan bir usluba döndü. Sol liberal demokrat aydınların iktidar üzerinde kurduğu ve yitirmeye başladığında hırçınlaştığı bir tür vesayet miydi bu?

Evet. Yine aynı yere, Batı’ya dönük olma hikâyesine geliyoruz. Uzun yılların verdiği bir alışkanlık ve kültürel birikim var bu çevrelerde. Şu mesajı vermeye çalışıyorlar: “Bu işleri biz biliriz. Siz bize sormadan iş yapamazsınız. Siz anlamazsınız bu işlerden. Çünkü siz halksınız, tabandan geldiniz. Biz ise yıllardır bu işleri biliriz". En son bizim kampanyamızla ilgili Radikal’de bir yazı yayınlandı. Yazının özeti buydu: “Bize sormadan nasıl yaparsınız?” Buna benzer pek çok yazı çıkıyor. Tipik bir sömürge aydını bakışı bu. Sanki buraya atanmış bir sömürge valisi, komiseri ve onların etrafına toplanmış bir aydın zümresi var. İçlerine kimseyi almak istemiyorlar. Daima da bir fikri hegemonya kurmak istiyorlar. AK Parti diğer bütün alanlarda başarılıyken bu alanda maalesef çok zayıf.

İSLAMCILARI YOK SAYDILAR

Aslında dindar, İslamcı çevreler 80'lerde ama özellikle 90'larda en çok kitap okuyan, fikir üreten, diyaloğa ve değişime en çok açık olan kesimdi Türkiye'de. Buna rağmen o çevreden yükselen ve 12 yıl boyunca, hem de her seçimde oyunu artıran bir siyasi partinin kültürel alanda sol liberal demokrat çevrelere "muhtaç"olsun?

Çünkü görünmez kılındılar. Dindarlar zaten baskı altındaydı. Başörtülülerin sokağa çıkması, üniversiteye gitmesi sorundu, yasaktı. Daima yobazlık yaftası yapıştırılmak isteniyordu. Diğer insanlarla etkileşime girmeleri zordu. Medya dünyasına onlar hâkim.Edebiyat dergilerini onlar çıkarır, sinema, reklam ajansları onların elinde. Pek çok alanda hegemonya kurmuşlardı. Bu durum dindarları görünmez kılıyordu.  O hegemonya hala büyük oranda yerinde duruyor. Sarsıldıkça sinirleniyorlar.

TÜRKİYE SOLUNA İNME İNDİ

28 Şubat ile birlikte çok sert engellemeler oldu ve biraz da bu nedenle diğer alanlardan çekilip acil olana, siyasi ve ekonomik alana yöneldi sanırım dindar çevreler. Haliyle bu alanda görünür ve etkili oldular...

Zaten sol çevreler de 28 Şubat’ta felç oldu. Hala da felç. İyi hatırlıyorum. İmam Hatiplerin kapatılması gündeme geldiğinde, solun o dönem en büyük sendikası EğitimSen sokağa çıkıp sekiz yıllık eğitime destek için bildiri dağıtıyordu. Hatta biz de tersine bildiriler dağıtırdık, DSİP (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi) olarak. “Ne şeriat ne darbe sloganı” üretilmişti hatırlarsanız o dönmede. Hala da geçerlidir. ÖDP'nin başını çektiği çevreler bunu derken biz net bir şekilde darbeye hayır dediğimiz için soldan da dışlandık. İşçi eylemlerinde üzerimize yürüyorlardı. O gün bugündür hala felç halinde sol.

BEYAZ TÜRKLERE SIĞINDILAR

Felç ama etki gücü var öyle mi?

Eğer 2015 seçimlerinden sonra yeni anayasa yapılır ve referandum söz konusu olursa, bitecek bu felç hali. Çünkü bu güne kadar ‘beyazların’ sahip olduğu ideoloji toplumu parçalara böldü. En ayrıcalıklı olanları da en tepeye koydu. Hem devlet yönetimine hem kültürel alan dâhil bütün alanlarda. Diğer herkesi de onlara tabi olmaya zorladı. Mesela bazı gruplar kişiler de ‘Beyaz Türk’ olmamalarına rağmen, Beyaz Türklere yaklaşmaya çalıştılar. ‘Yaklaşırsak belki şemsiye altına gireriz’ diye bir beklenti vardı. Çok uzak duranlar zaten görünmez durumdaydı. Ama bu düzen değişecek artık.

ERDOĞAN HALKA İTİBAR KAZANDIRDI

Nasıl değişecek?

Toplum bunu istemiyor ve açıkça da söylüyor. Daha önceki denemelerde sadece oylarıyla söylüyordu. Örneğin Menderes asıldığında ya da bir darbe olduğunda, ilk seçimde mutlaka onları gönderecek bir tercihte bulunuyordu. Ama sokağa dökülüp liderinin fotoğrafıyla yürümüyordu. Solun ve diğer aydınların görmesi gereken bir şey bu. Bir partili derinin fotoğrafıyla sokaklara çıkıldığını ben ilk defa AK Parti döneminde görüyorum.Üstelik sadece Türkiye'de değil bütün Ortadoğu’da. Çünkü büyük bir itibar kazandırdı halka. Gasp edilmiş haklarını iade etti.

MÜCADELENİN LİDERİ ERDOĞAN

Ana tartışma konularından biri tam da budur. Bir siyasiye irade teslimi, ismine cismine resmine bu kadar ilgi gösterilmesi eleştiri konusudur aynı zamanda?

Ben olsam öyle davranmam ama bu biraz da zorunlu. Son 3-5 senedeki türbülanslarda Erdoğan partisinden ve bazı kesimlerden, yazarlardan zayıf bir destek aldı ama bütün mücadeleleri neredeyse tek başına verdi. Paratoner gibi davrandı, bütün öfkeyi üzerine çektive ister istemez sembolleşti. Bu dünyanın her yerinde böyle. Bir ülkede bir mücadele varsa o mücadeleyi yürüten ve cesaretli davranan kişi öne çıkar Filistin'de de böyledir, İran'da da, Hindistan'da da böyleydi.

“GEZİ BAŞKA YERE GİDİYOR” DEDİM

Sizin bugün gördüğünüzü diğer solcular niye görmüyor? Mesela DSİP ki Yetmez Ama Evet döneminde çok aktif olarak sahadaydı?

Hatta o fikir de DSİP'ten ortak akıl olarak çıkmıştı.

Hayko Bağdat o fikrin tek başına sahibi gibidir ama...

Öyle diyor da neden diyor, bilmiyorum (gülüyor). Başkalarına sorsanız başka arkadaşlarıda işaret eden olur. Çünkü zaten birlikte kampanyalar yürüten 5-10 kişi oturmuş konuşurken ortaya çıkmış bir fikirdi Yetmez Ama Evet. Birlikte üretilmiş ortak bir slogandır o.DSİP ise halen darbelere net şekilde karşı çıkıyor. Fakat Gezi ve 17 Aralık süreçlerinden itibaren farklı, bu olayların altında yatan hükümet devirme amacını göremedi ya da tali bir konu olarak gördü. Görebilseydi sol adına demokrasi dersi verebilecek, önderlik edebilecek bir pozisyonda olabilirdi. Gezi günlerinde ben DSİP'e çekilmeyi önermiştim “bu iş başka bir yere gidiyor, darbecilik var bunun arkasında” diyerek. Ama maalesef hala aynı yaklaşımın peşinde sürükleniyorlar.

Siz ne zaman koptunuz DSİP'ten?

17-25 Aralık'tan bir süre sonra istifamı verip ayrıldım ve bu devirme girişimine karşı demokratik tutum alanların yanına geçtim. 2007'de darbe karşıtlığında, kapatma davasında, Yetmez Ama Evet ve sonraki süreçlerde, ben bence demokrasinin yanında sabit duruyorum. Arkadaşlarım marjinal sola yaklaştı, Beyaz Türk şımarıklığının peşinden sürüklenip gitti.

SOLUN TESPİTİ BAŞTAN SONA YANLIŞ

Muhalif olmak bedel gerektirir ama bunun sağladığı bir moral üstünlük ve ‘onlar yanlış biz doğru’ ezberinin sağladığı moral üstünlük de vardır her zaman. Çünkü devlet, iktidar şimdiye dek hep kötü hoyrat olmuştur vs. Tüm verileri yeniden gözden geçirmek, süzmek, analiz etmek ve buna göre pozisyon almak zihinsel bir çaba ve değişebilme gücü gerektirir. Acaba zihinsel tembelliğin zayıflığın sonu mudur bu ezber pozisyonlar?

Solda şöyle bir total yaklaşım var. Devlet egemen sınıfların devletidir. Mutlaka bunu yıkıp yerine işçi sınıfının egemen olduğu yeni bir devlet kurmak gerekir. Bu fikir sabit. Onun dışında, hangi iktidar gelirse gelsin, ister sosyal demokrat, ister muhafazakar olsun, farketmez, mutlaka egemen sınıfın devletidir o. Ve yıkmak gerekir. Bu fikri sabitte durdukları sürece güncel siyasette değişen şeyleri görmeleri imkânsız.

Neden?

Mesela şöyle toptan bir yanlış değerlendirmeleri var: AK Parti neo liberal ve egemen sınıfların partisi. Yahu bu kadar yanlış bir değerlendirmeyi ben artık taşıyamıyorum bir solcu olarak. Tam tersine, gidin bakın tüm sanayi şehirlerinde işçi oyları AK Parti’ye gider. İşçi sınıfının partisi Ak Parti yani. Yoksullara yardımdan tüm sosyal politikalara kadar tam zıddını söylüyor gerçekler. 12 yıldır yapılan reformlar solun yıllardır istediği savunduğu şeyler. Ya da Çözüm Süreci’nin bugün geldiği nokta. Yıllarca muhafazakârlar ses çıkarmadı bu konuda, sol çıkardı ama artık bakın buraya kadar geldik, destek olmak gerekir. Egemen sınıfın partisi olmadığı da aşikâr. İstanbul sermayesiyle, darbelerle mücadele ederek geldi buraya AK Parti. Solun tespiti baştan sona yanlış yani. Sınıf siyaseti yerine ne idüğü belirsiz bir “yaşam tarzı” siyasetini koyunca ortaya bu karikatür çıkıyor.

SOL ÖLÜ, GENÇ MUHAFAZAKARLAR GÜÇLÜ

Bu yanlış teşhis ve yönteme dair bir yüzleşme belirtisi yok mu içten içe işleyen?

Belirtiden geçtim çabası bile yok. 2015 referandumuna kadar da beklemiyorum.

2015'te ne olacak ki?

Yeni bir çatı kuracağız ve yeni bir vatandaşlık tanımına geçeceğiz yeni anayasayla. O zaman anlayacaklar ki bugüne kadar savundukları her şey yeni anayasada var. Bu bir duvara toslama şeklinde olacak onlar için. Belki bundan sonra toparlanabilirler. Bu solun yoksa iyice marjinalize olacağını, kaybolacağını düşünüyorum bu gidişle. Hala en iyisini bilmek gibi bir iddiaya sahipler ama yanlış. Öte yandan muhafazakâr kesimde çok iyi yazan genç kalemler var, doğru analizler yapıyorlar ve ezberleri yok. İki tarafı da eleştirebilen ve gri alanlarda duran çok ciddi aydınlar, yazarlar yetişiyor muhafazakârlar arasında.

KÜRT HAREKETİ HATASIZ DEĞİL

Uzun yıllar Kürt meselesini yazıp çizip gündeme getirenlerin bugün Çözüm Süreci’nin karşısında kaskatı olmalarının nedeni nedir? Meseleyi fazla mı kişiselleştirdiler, AK Parti karşıtlığından mı zehirlendiler, ne oldu?

Şöyle bir yanı da var bu işin: Yazıp çizen sol demokrat kesim dışında Kürtlerin yanlarında uzun zaman kimsenin olmaması ve devletin bu süreçte o yanlış ve ceberut uygulamalarına devam etmesi, sanırım, o çevrelerde Kürt siyasi hareketini daima hatasız görmek gibi bir ezber oluşturdu. “Ne yaparsa yapsın, şimdiye dek devlet Kürtlere zulmetti. Kürt siyaseti her zaman haklıdır, pür-i paktır”. Hâlbuki okuyup dinlediğimizde görüyoruz ki orada da çuvalla hata yapılmış. Yerel yönetimler gibi tartışmalarda o cenahta da benzeri bir iktidar çabası olduğunu görüyoruz. Sol daima Kürt hareketine eklemlenmeye çalıştı. Başka bir arayışı bıraktı. 90'lardan bu yana sol kendi başına var olamıyor. Sesleri çok çıkıyor ama insanları ikna edemiyor kalabalıklaşamıyorlar. Bunu kalabalık Kürtlere eklemlenerek yapmaya çalışıyorlar. O mazlum edebiyatını da bunu için yapıyorlar. Hiç eleştiri getirmiyorlar. Lenin mesela ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı için koşulsuz ama eleştirel destek der. Bizim sol ise hiç eleştirmeden koşulsuz destek verir.

90’LARIN DEVLETİNDE DEĞİLİZ

Devlet ve toplum değişti, solcular değişemedi öyle mi?

Biz 90'ların devletiyle yaşamıyoruz şu anda. Çiller, Ağar dönemleri geçti artık. Kürdistan adlı partiler kuruluyor, devlet 24 saat Kürtçe yayın yapıyor, Öcalan ile açık açık müzakere yürütüyor. 10-15 yıl önce bunlar yargısız infaz nedeniydi. Bunu görmek lazım.“Bu işi muhafazakârlar beceremez” fikri sabitinden kurtulması lazım solun. Barışı melekler yapmaz. Güney Afrika'da ırkçı adamla ırkçılığa maruz kalan adam oturdu ve anlaştı. Birbirini sevmeyenler, öldürenler barıştı özetle. Bizdeki eleştirilere bakınca, en ufak bir şey de hemen "Al işte! Bunlarla barış olmaz!" diye bağırıyorlar. Bunun temelinde de yine ‘bize sormadan barış da yapamazsınız’ şımarıklığı yatıyor. İcazet alınmasını bekliyorlar. Vesayetin bir parçası da bu işte.

ÇÖZÜM VE BARIŞ AYNI ŞEY Mİ?

Çözüm ve barış aynı şey midir?

Çözüm Süreci’nden kastedilen şeyi 6 maddelik yasada tariflediler. Ama bu bütünüyle barış anlamına gelmiyor. Acil sorunların çözümü anlamına geliyor. Önümüzdeki en acil iş de şiddet. Silah masanın bir ucunda durduğu sürece bu iş o kadar kolay çözülecek gibi de görünmüyor. Fakat barış uzun yıllara yayılacak bir süreç. 30 yıllık çatışmanın, 150 yıllık Kürt sorununun öyle altı ayda çözülmesi beklenmemeli zaten. Diasporanın dönüşü, boşaltılan köyler, korucular, entegrasyon gibi pek çok boyutu var sorunun.

Kürtlerle Kürtlerin entegrasyonu meselesi de yok mu?

Tabii. Kürt siyasi hareketi (PKK/HDP) seküler bir hareket. Ama Kürtlerin büyük çoğunluğu dindardır. Bunu daha yeni fark edip önemsediler ve sivil cumalar vs düzenledilerama işte 2014'ün sonunda yine çarşaflılara hakaret etmekten çekinmediler.

BARIŞIRSAK HEPİMİZ KAZANIRIZ

Peki, Barışa Bak ne yapacak? Ne yapmak neye dikkat çekmek istiyor?

Toplumun zaman zaman barıştan dağıtılan dikkatini yeniden barışa odaklamak istiyoruz. Üretilen yoğun negatif algıları pozitife çevirmek, barışa ve çözüme duyulan güven duygusunu ve umudu diri tutmak gibi bir derdimiz var. Çünkü Çözüm Süreci elimizdeki en kıymetli malzeme. Çökerse hepimiz altında kalırız, amacına ulaşırsa da hepimiz, bütün toplum, bütün siyasetler hep birlikte kazanır, önümüzü görürüz. Yıllardır savaşa harcadığımız enerjiyi var olan yüzlerce başka sorunumuzu çözmeye harcayabiliriz.

HALAÇOĞLU: SAVAŞ BİTSE DE MUNZUR’DA PİKNİK YAPSAK

Geçen hafta TBMM ziyaretleri olmuştu. Parti grup başkanvekilleriyle buluşuldu. Neler dediniz, neler duydunuz?

Öncelikle her dört partinin böyle bir sivil girişimden duyduğu memnuniyeti gözlemledik. Sıcak karşılandık. MHP’den Yusuf Halaçoğlu bile “Barışı kim istemez ki? Bu çatışma, şiddet bitse, hepimiz Munzur’un kıyısında piknik yapıp çay içsek” diye başladı söze mesela. İçeriğini bilmediği bu çözüme destek vermeyeceğini de söyledi ama benim anladığım toplumun kahir ekseriyetinin çözüme verdiği destek herkesi belli bir ılımlı noktaya taşımış. Buna mecbur bırakmış toplum onları.Belki bizimki gibi sivil toplum girişimlerinin çoğalması siyasilere de yeni uzlaşma zeminleri sağlar. Aralarındaki kopuk iletişimi sivil toplumda oluşacak bu gri alanlar üzerinden yürütebilirler.

TOPLUMUN SİGORTASINI ATTIRMASINLAR

Meclise gitmeden evvelki fikrinizle çıktığınızdaki kanaatiniz aynı mıydı yoksa değişime uğramış mıydı çözüm süreci ve Meclis bağlamında?

Daha da umutlu ayrıldım barış adına. Bu yalnızca görüştüğümüz siyasilerin sözleri nedeniyle değil, toplumdaki büyük desteğin her biri üzerinde oluşturduğu sorumluluk basıncı duygusu nedeniyle böyle. Tüm siyasiler bunu görüyor. Suyun akışının tersine gitmenin çok akıllıca olmadığını görüyorlar. Çözüm Süreci’ne verilen büyük toplumsal destek en büyük sigortamız. Bu sigortayı attırmasınlar, yeter.