Erdoğan Trump’a ne söyledi, Akif niye alınganlık gösterdi?

İki lider arasındaki görüşme, önceki gece gerçekleşti. Görüşmede gündeme gelen konular belliydi. Detaya girilmedi ama Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ülke arasındaki ilişkileri etkileyen/bozan konuları başlıklar halinde karşı tarafa aktardı.

Karşı tarafın (yani Trump’ın) ilk yaklaşımı olumluydu.

İki ülke arasındaki sorunların bir “işbirliği ve temas zemini”nde çözülebileceğini, bu zeminin oluşturulması konusunda istekli olduklarını, önemli bir müttefik saydıkları Türkiye’yle her zaman dayanışma içinde olacaklarını söyledi.

Görüşmenin mihverini, Türkiye’nin şikâyetleri/talepleri oluşturuyordu.

Doğal olarak böyleydi.

Çünkü ilişkilerin bu noktaya gelmesine neden, eski yönetimin tedip edici/yola getirici ve bazen “düşmanlığa” varan özel tavrıydı. Bu tavır, süreç içinde “darbe destekçiliğine” ve “darbecileri himaye”ye dönüşmüştü.

İki liderin gündeminde, Amerika’nın Suriye politikası da yer alıyordu.

Trump’ın, Suriye politikasına yönelik (zaman zaman kıyıcı olabilen) eleştirileri ortaya bir “yeniden temas zemini” çıkarabilirdi. Erdoğan öncelikle bu zeminin oluşturulmasını, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların bu zeminde görüşülmesi (çözülmesi) gerektiğini söyledi. Ve üç konunun altını çizdi:

BİR- Suriye’de kalıcı barışın tesisi için bütün ülkeler elini taşın altına koymalı ve terörden arındırılmış güvenli bölgeler oluşturulmalı.

İKİ- Terör örgütleriyle işbirliği kesilmeli, PYD’ye yapılan silah yardımı durdurulmalı.

ÜÇ- DEAŞ’a karşı mücadelede koalisyon ülkeleri inisiyatif almalı (DEAŞ’la savaşan Türkiye desteklenmeli), Rakka operasyonunda terör örgütleri ve muvazaalı bir oluşum olan SDG devre dışı bırakılmalı.

Bu konular, yukarıda da söylediğim gibi, “başlıklar halinde” konuşuldu.

Sadece FETÖ meselesinde ayrıntıya girildi.

Erdoğan’ın FETÖ konusundaki şikâyetinin/talebinin karşı taraftan olumlu yankı bulduğunu (en azından rikkatle karşılandığını) söylemeye gerek yok.

Bunu, Amerikan cenahından gelen açıklamalar da teyit ediyor.

Daha doğrusu Amerikalılar (yani kimi yeni dönem yöneticileri), iki ülke arasındaki ilişkileri zehirleyen en önemli konunun FETÖ olduğunu artık idrak ediyorlar.

İki liderin görüşmesinden çıkardığımız sonuç şu:

FETÖ meselesi, hemen çözülmese de, yeni oluşturulacak işbirliği zemininin “başat müzakere konusu” olmaya aday görünüyor.

Bundan sonrasını Fetullah düşünsün!

 

HAMİŞ

Bir soru sordum. “Kimlerdir Trump sevdalıları, bilmek istiyorum?” dedim. Çünkü nereden bakarsanız bakın, suçlama içeren bir tanımlamaydı “Trump sevdalıları...” Hem anti-Amerikancılık yapıp, hem Trump’a sevdalanmak suçunu işleyen eşhası tanımak istediğimi söyledim.

Mezkûr suçlama, bu suçu işleyen kimliği belirsiz kişilerden çok, bir “siyasal kesimi” ilzam ediyordu, bir siyasal kesimi töhmet altında bırakıyordu. Soruma, karmakarışık ve alınganlık dozu yüksek bir cevap aldım.

Kaldı ki, “sevdalanmak” bir suça işaret ediyorsa, benim tanıdığım en büyük Trump sevdalısı, onunla ortaklıklar kuran muhterem Aydın Doğan’dı. Anti-Amerikancı değildi ama sonuçta bu suçu işliyordu. Ek olarak bunu hatırlattım. Ama “retorik” dışında bir cevap alamadım. (Trump düşmanlığı için anti-Amerikancılık şartı... Çok garip!)

Pardon, hakkım teslim edilmiş: Muhatabıma “cibilliyetsiz” demediğim ve “ayarlı polemik” yaptığım için, sözlerim “anlayışla” karşılanmış. (Ne tuhaf adam yahu! Yazdığı şeye bak!)

O zaman şunu hatırlatayım:

Muhatabımı, sütun komşuluğu yaptığı bazı müptezellerden ayırıyorum (Onlar kendilerini biliyor). Bir “hukuk”tan bakıyorum ve buna ihanet etmeyi ayıp sayıyorum. Siyaseten ayrı düştük diye düşmanlık yapacak halim yok.

İzniyle, bir soru sorup bu garip polemikten çekilmek istiyorum:

Kimden emir alarak o yazıları yazdığımı düşünüyor?

Bu soruyu ortalık yerde değil, önce kendi vicdanında cevaplasın.