Krizlerin üst üste geldiği şu günlerde Cuma günü dinlediğim iki konuşma içime su serpti desem yeridir.
Birincisi Başbakan Davutoğlu’nun bilim adamlarına yaptığı o mükemmel konuşmaydı.
Siyasi tartışmalardan uzak hocanın kendisi olduğu bir konuşmaydı.
Kendisi derken o sakin, mütebessim, bilgi, derinlik, ufuk ve kültür içerikli konuşmalarını kastediyorum.
Hocanın başbakan olmadan önce yaptığı konuşmalarındaki üslup ile başbakan olduktan sonraki konuşmalarındaki/siyasi nutuklarındaki üslup çok farklı.
Ben başbakan olmadan önceki üslubunun daha etkileyici olduğunu düşünenlerdenim.
Cuma günü yaptığı konuşma onlardan biriydi.
***
O konuşmasını dinlerken böylesine bilge bir başbakana sahip olduğumuz için duygulandım ve Allah’a hamd ettim.
Keşke bütün konuşmalarını böyle yapsa dedim içimden. Sakin, bilgi, kültür, ufuk derinlik ve kucaklayıcılık hâkim bir konuşmaydı.
O konuşmayı dinleyip de takdir etmeyecek bir Allah’ın kulu bulunduğunu zannetmiyorum.
Siyasi muhaliflerinin bile takdir edeceği bir konuşmaydı.
***
İkincisi gazetemizin düzenlediği Necip Fazıl Ödülleri töreninde cumhurbaşkanının yaptığı konuşmaydı.
O konuşma da bilgi ve kültürün hâkim olduğu yer yer göz yaşartan duygusal bir konuşmaydı.
Üstad Necip Fazıl’ın fikir/ruh dünyasını, davasını, mücadelesini ve sanatını özetleyen ve nereden nereye geldiğimizi hatırlatan özgün bir konuşmaydı.
Bizim kuşakta hemen hepimizin üzerinde hakkı olan üstadın bir cumhurbaşkanı tarafından böylesine yad edilmesi bizim için gerçekten hamd etme makamında olmamızı gerektiren bir konuşmaydı.
***
Bugün Büyük Doğu fikriyatıyla yetişmiş bir cumhurbaşkanımız ve bir başbakanımız var.
Büyük Doğu’ların hamuruyla yoğrulmuş bir kuşağın çocukları olan bizler nasıl şükretmeyelim ve nasıl hamd etmeyelim ki.
Birileri bundan rahatsız olabilir. Bu son derece doğaldır, siyasetçilerin sevenleri de vardır rakipleri de, hatta nefret edenleri bile.
Ama bizler aynı sudan içmişiz, aynı yoldan geçmişiz, aynı dağın yeliyiz; şarkımız bir, türkümüz bir, aynı sazın teliyiz. Gönüllerimiz bir, dualarımız bir.
***
Dolayısıyla, ben Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu bir ülkede yaşamaktan mutluydum.
Şimdi de Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı ve Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olduğu bir ülkede yaşamaktan dolayı da kendimi mutlu hissediyorum.
Nasıl mutlu olmam ki, A.N. Sezer gibi topluma ve dünyaya kapalı bir cumhurbaşkanından sonra dünyaya açık ve toplumla kucaklaşan Gül gibi ve Erdoğan gibi cumhurbaşkanlarımız oldu.
Nasıl mutlu olmam ki, seçilmiş mesture bir milletvekilinin yemin etmesine engel olmak için “Bu kadına haddini bildirin” diyen bir başbakandan sonra Gül, Erdoğan ve Davutoğlu gibi başbakanların görev yaptığı ve vatandaşlar arası ayrımın sona erdiği bir Türkiye’de yaşıyorum!
***
Sorunlarımız yok mu?
Elbette var. Hem de çok. Ama geçen 13 yılda sorunlar nasıl çözüldüyse yine mevcut sorunların üstesinden gelecek en liyakatli kadronun da bu kadro olduğuna inanıyorum.
Buna sadece ben inanmıyorum. Millet de inanıyor.
Millet bu inancını 1 Kasım’da resmen açıklamadı mı?
Bu kadrolar memleket meselelerini çözmeye odaklanırken öteki kadrolar kendi dertlerine düşmediler mi?
Cumhurbaşkanı ve başbakan muhalefete cevap vermeyi bırakıp Cuma akşamki üsluplarını bir iki ay devam ettirseler halkın desteği yüzde altmışları yakalar gibi geliyor bana.
Yakalamaz mı?!