Erdoğan ve parti

Tayyip Bey’in Cumhurbaşkanlığı ve onunla birlikte devreye gireceği ifade edilen fiili başkanlık - yarı başkanlık konularının tartışılmaya başlandığı günlerde Ak Parti’nin önemli bir ismine“Fiili başkanlık -yarı başkanlık uygulaması problem oluşturmaz mı?” sorusunu sormuştum. Şöyle demişti:

- 12 yıllık iktidarımızda birçok meseleyi önce de facto (fiilen) başlattık, yasal düzenleme arkadan geldi. Burada da öyle olacak, merak etmeyin.

Tayyip Bey, adaylığının ilan edildiği toplantıda kürsüye çıktı, öngördüğü Çankaya profilini anlattı. Evet bu profil, Çankaya’nın eski Çankaya olmayacağı, ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından birlikte yönetileceği bir yeni statünün oluşacağı şeklindeydi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın birlikte yönetimi Türkiye’yi uçuracaktı. Cumhurbaşkanını da millet seçecekti, Başbakan’ı da. Dolayısıyla bunların, biri devlet, diğeri hükümet şeklinde birbirine karşı konuşlanması söz konusu
olmayacaktı.

Başbakan’ın çizdiği yeni Türkiye tablosunda, tam bir başarı hikayesi resmedilmekteydi.

Siz, bu tablonun ardından oluşan kamuoyu algısını nasıl gördünüz bilmem, ama ben, sanki bugünden alışılmış, kabul edilmiş, satın alınmış bir “Tayyip Erdoğan Çankaya’sı”nın ortaya çıkışına tanık olduğumu söylemeliyim. Adaptasyon çok süratliydi ve bu daha, rüzgarı esmeye başladığında böyle olmuştu. Anlaşıldığı kadarıyla, “Tayyip Erdoğan üslubu”na peşin bir ret söz konusu olmayacaktı.

Ancak, uygulama da bu kadar rahat olur mu, ona bakmak lazım. Orada, “Partner”in, “Paydaş”ın çok önem taşıdığı muhakkak. Yani Başbakan’ın. Yani Ak Parti Genel Başkanı’nın.

Tayyip Bey’in de o konuyu hayati değerde gördüğünü anlayabiliyoruz. Nereden? Parti üst yönetimi ile yaptığı toplantıda “Şu sıra parti ile ilgili gelişmeleri gündeme getirmek ihanet olur” gibi bir cümle kurmasından.

Yeni Şafak’ın Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi dün ilginç bir yazıya imza attı. Ona göre “Başbakan, kafasında her şeyi netleştirmiş, etap etap uyguluyor. Kimin Başbakan olacağı konusunda kararını vermiş gözüküyor.” Şu ifadeler de ona ait: “Erdoğan, bir yandan da Başbakanlık ve AK Parti Genel Başkanlığı konusunda partisini şekillendirmeye başladı.” Ona göre“Erdoğan’ın en büyük projesi Cumhurbaşkanlığı değil, AK Parti.”

Abdülkadir Selvi, “faili şu anda meçhul ama” partide bir başka stratejiye daha işaret ediyor. Mesela şu ifadeler:

“Sadece Erdoğan’ın stratejisi yok. Başbakanlık konusunda hesabı olanların da kendine göre bir yol haritaları var.

Buna göre; Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar Başbakan konusu gündeme getirilmeyecek. Ancak seçimden hemen sonra, Erdoğan’a, Cumhurbaşkanı seçildiği hatırlatılarak partiyle ilgili kararları artık partiye bırakması istenecek. Partiyi kuran kadroların, partinin geleceği konusunda söz söyleme hakkı olduğu vurgulanacak.

Bu ne demektir?

Pınarhisar Cezaevi’nin dört duvarı arasında AK Parti’yi kurup iktidara taşıyan ve bu hareketin lideri olan Erdoğan’a, sen çekil demektir.”

Böyle bir durum olur mu, olursa Tayyip Bey’in tavrı ne olur. Selvi’nin o konuda da bir değerlendirmesi var:

“Böyle bir tavırla karşılaşırsa Erdoğan çekilir mi? Bırakın küsmeyi, köşesine çekilmeyi. Bedeli ne olacaksa mücadele eder.”

Selvi’nin notları, Tayyip Bey’in Ak Parti’nin iç dünyasını ne kadar yansıtır, tartışılabilir, ancak, ortada Tayyip Bey’in bütün belirleyiciliğine rağmen kolay bir durum bulunmadığını söylemek yanlış olmaz.

İşin püf noktası, Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti’den -fiilen- kopmaması, bunun kamuoyunun kabul edeceği bir incelik içinde realize edilmesi, partinin genel başkanının reel olması, parti vakıasını fiilen onun sevk ve idare ettiği gerçeğinin unutulmaması, Başbakan’ın reel olması, asla gölge izlenimi vermemesi, kamuoyu algısının bütün bu incelikler çerçevesinde oluşturulabilmesi...

Kaç yerde gördüm, bir üst iradenin bulunduğu yapılarda, ara yetkililer kolaylıkla aşılabiliyor ve by-pass’larla işi üstte bitirme ve dolayısıyla ara yetkililer dünyasında sancıların oluşması sonucu doğabiliyor. Sancılar birike birike nereye varıldığını ise varın siz hesap edin.