Erdoğan’ı unutalım!

Teklif bana ait değil, Modern Mahrem ve İslam ve Modernlik Üzerine Melez Desenler kitaplarıyla ve kızıl kabarık saçlarıyla meşhur Fransa’da mukim sosyologumuz Nilüfer Göle’ye ait. 

Fakat bana da makul geldi ve bu yüzden Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajı başından sonuna kadar okudum.“Erdoğan’ı unutalım” diyor da ne demek istiyor, peki kendisi Erdoğansız bir analiz yapabiliyor mu?

Yer yer “evet haklı”, “tamam doğru” desem de röportajın sonunda Göle’yi de konuşturanın Erdoğan olduğunu teessürle gördüm.

Aslında Nilüfer Göle makul bir teklifte bulunuyor, diyor ki, “Gelin bir dakika Başbakan’ı unutalım. ‘One minute’ Erdoğansız tartışalım. Bütün analizleri Başbakan odaklı yapıyoruz. O zaman analiz de sağlıklı olmaktan çıkıyor. Bu aslında feminize olmuş Türkiye sendromu, kadınlar önlerindeki bütün engeli kocalarından kaynaklı görürler.” 

Bu tespitten sonra Göle’nin analizinin merkezinde yine Erdoğan vardı. Erdoğan’ın üslubu, tercihleri, iktidara geldiği dönemden bugüne değişim geçirdiği vs.

Tanıdık ezberlerin, anti-Erdoğan cephesinin heybesindeki klişelerin daha sofistike edilmiş halleri; merkez sağ analizin dayandırıldığı “Özal’ın kapsayıcılığı Erdoğan’a yok” tespiti (Erdoğansız olmuyor işte!) bir de Soma’da yaşanan maden faciasının esasına ilişkin yerinde diyebileceğimiz “Türkiye’nin kapitalizmin farklı evrelerini birlikte yaşadığına dair” ekonomik temelli açıklama...

Gerisi, tıpkı diktatör kavramının dolaşıma sokulması gibi son zamanlarda ana akım medya, Gülen Cemaati medyası ve sağda solda ve ulusalcı kanatta hizalanmış bütün marjinal grup ve yayınların ittifakla kullandıkları “Erdoğan toplumu kutuplaştırıyor” tespiti.

Yine de okumak isteyenlere mani olmayayım, ilham verici bir röportaj... Ayrıca kaç tane Nilüfer Göle’miz var, öyle değil mi?

Kutuplaşma kimi besliyor?

Mümtazer Türkönemiz de bir tane!

O da aynı dertten mustarip; “Erdoğansız yazı yazmak mümkün mü?” diye soruyor, 27 Mayıs tarihli yazısında.

Cevabı da kendisi veriyor; “Erdoğan’ı bir lahza unutmayı deneyin, Merih’ten gelen bir uzaylı gibi olan-biten her şeye yabancı kalırsınız.”

Ben bu teklifi yani Erdoğan’ı unutalım teklifini ciddiye aldım. Şayet bu “feminize olmuş Türkiye sendromu”ysa bundan kurtulmanın yolu “Erdoğan’ı bir lahza unutmak” evet, ama iğneyi de kendimize batırmak olmalı.

Fakat bu teklifi önümüze koyanların derdi başka.

“Erdoğan’ı unutalım” teklifinin öncelikle kendileri için imkansız olduğunun farkında değiller. Erdoğan’ı unutmaları halinde muhalefet etme kabiliyetleri yitirecekler.

“Erdoğansız bir cümle kurmaları” halinde muhalefetlerini üzerine inşa ettikleri temel yıkılacak.

O çok şikayet ettikleri kutuplaşmanın iki aktöründen biri kendileri.

Erdoğan’ı bir lahza unuturlarsa o kutuplaşmayı da sağaltacaklar ama bu işlerine gelmiyor.

Kutuplaşmadan Erdoğan beslenmiyor, aksine kutuplaşma, anti-Erdoğan bloğunun can suyu şu anda.

Şayet Erdoğan’ın varlığıyla her tarafı kapladığından ve bunun da bir siyasi başarı olduğundan söz edeceksek bunu da tek başına Erdoğan’ın başarı hanesine yazamayız kuşkusuz; Erdoğan figürünün boşluk bırakmayan cesametinden şikayet ederken faturayı sadece Erdoğan’a kesemeyeceğimiz gibi...

Önce şunu tespiti yapalım; Erdoğan diye yüklendiğimiz şey, aslında siyasetin ete kemiğe bürünmüş hali; günahıyla sevabıyla... 

Erdoğan’ın kapladığı alan -Türkiye tarihinde bir ilk olarak- siyasetin kapladığı alan.

Alışık olmadığımız galiba biraz da bu.

Siyasetin kamusal alanı doldurması, bu denli doldurması ilk kez başımıza geliyor.

Liberal, sol entelektüellerin 90’larda savundukları “çatışmalı kamusal alan” tezleri pratize oluyor. Ve bu manzara karşısında elit aydın zümresi aslına rücu ediyor. Eski steril siyaset günlerinin özlemini çekiyor.