Erdoğan’ın kellesine hanginiz talipsiniz?

Bugüne kadar açıklıktan, meşruiyetten ve “hukuk”tan sapmadığını söyleyen “liberal” arkadaşımız müjdeyi veriyor: “Bakalım Erdoğan seçimi görecek mi?

Sonra da hükmü yapıştırıyor: “Göremeyecek.”

Göremeyecek de, ne olacak?

Darbe mi olacak? Bir “çekirdek kalkışma mı” yaşanacak? Kemalist müdahalelerin yerini, paralel devlet müdahaleleri mi alacak?

Ne olacak?

30 Mart sabahı (yani seçim sabahı) nasıl bir Türkiye’ye uyanacağız? O ünlü polis şefinin “hayalleri” doğrultusunda “bileği kelepçeli bir Erdoğan” mı göreceğiz?

Ne olacak?

Hani, görevden alınmadan önce, “Şart oldu... Kelepçeyi takacağım” diye sağda solda gevezelik ediyordu ya... O polis şefi işte...

Operasyonel amaçlarla kurulmuş bir gazete de, aynı günlerde, yazı işleri toplantılarında “anti-Erdoğan” rüzgârları estiriyordu... Büyük, çok büyük genel yayın yönetmeni “artık yaşam tarzı muhalefetine geçiyoruz” diye talimat vermiş, peş peşe “opera ve mescit” yazıları patlatmıştı. Halefi olan küçük genel yayın yönetmeni de, “Erdoğan’ı Yüce Divan’a gönderiyoruz” diskuruna geçmişti.

Erdoğan’ı “Yüce Divan’a gönderme” hazırlıkları yapılacak da, hiçbir darbeyi kaçırmamış ve muhtıralar dahil, neredeyse bütün askeri kalkışmaların yanında hizalanmış ağabeyimiz boş duracak... Öyle mi?

Hemen gelsin “Menderes de böyle yapmıştı” temalı seri yazılar...

Menderes de böyle yapmıştı, darağacını boyladı...

Ee?

Erdoğan da böyle yapıyor...

Ne yapıyor?

Menderes Tahkikat Komisyonu’nu kurmuş, basını susturmuş, öfkeli bir dil benimsemiş, sonunda Yassıada’yı boylamış. Erdoğan da basını susturuyormuş... Öfkeliymiş... Üstelik HSYK’yı değiştirmeye uğraşıyormuş...

İyi de, “Tahkikat Komisyonu” cari anayasanın verdiği bir yetki değil miydi muhterem?

Bu yetkiyi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa kullandığında neden sesiniz çıkmıyordu?

Menderes’i yetkilendiren o anayasayla “Takrir-i Sükûn”lar çıkarıldı, gazeteler kapatıldı, “İstiklal Mahkemeleri” kuruldu, salkım salkım muhalif sallandırdı, katliamlar yapıldı, azınlık vatandaşlar için özel vergiler salındı (Varlık Vergisi mesela), “Rum masaları” kuruldu...

Hanginizden “Bu fiiller anayasa suçudur... Sorumluları cezalandırılmalıdır...” diye bir itiraz yükseldi?

Menderes katliam yapmamıştı, sadece bir komisyon kurmuştu.

Erdoğan HSYK’yı (Mustafa Kemal Paşa’nın tavsifiyle) “gökten inildiği varsayılan dogmalara” göre mi değiştiriyor? Yeni bir anayasa mı ihdas ediyor? Uzaydan kanun mu getiriyor?

Hayır...

Meclis’e gidiyor. Yani meşru yasama organını devreye sokuyor...

Ne yani, parlamentonun yasa yapması da mı “Yassıada’lık suç” sayılacak?

Bir başka liberal arkadaş da (bunlar hep Doğan Akın’ın sitesinde toplaşmış durumdalar, belli ki Doğan da işi operasyonel gazeteciliğe döktü), şöyle bir müjdeyle çıkıyor karşımıza: “Söylemek istemezdim ama bu hükümet meşruiyetini yitirmiştir.”

Niye söylemek istemeyesin?

Söylüyorsun işte...

Madem ortada meşruiyet problemi görecek kadar konuya vakıfsın, söyle de bilelim!

Nedir meşruiyetin kaynağı?

Birtakım baronlar, birtakım sermaye grupları, birtakım çekirdek oluşumlar, birtakım derin yapılar mı?

Hükümet güvenoyu sıkıntısı yaşıyor da, bizim mi haberimiz yok? Halk desteğini çekti de, biz mi muttali olamadık?

Ne oldu da “meşruiyet krizi” baş gösterdi?

Mümtaz bir arkadaşımız da (kendisi Zaman gazetesi yazarıdır) ortama yalın kılıç dalmış (yazısında “Allah Allah” nidaları, nal sesleri ve at kişnemeleri eksik): “Terazi tartacak, adaletin keskin kılıcı inecek ve bazı başlar yere düşecek...”

Benim merak ettiğim husus şu: Adaletin keskin kılıcı indiğinde hanginiz Salim Başol olacaksınız?

Erdoğan’ın kellesine hanginiz talipsiniz?