Erdoğan’ın küresel aktör olduğunu unutmak

Birinci Dünya Savaşı sonrası coğrafyamızda kurulan düzen, tartışmasız bizim aleyhimize kurgulanmıştı. Bir şekilde kafamızı kaldırmamızı imkansız hale getirecek bir düzendi bu. Öyle sıkça kullandığımız gibi, cetvelle filan değil; tam aksine Türkiye’yi kuşatmak ve zayıflatmak üzere çizilmişti haritalar.

Şimdi bu düzen değişiyor. Üstelik bu değişim, özellikle Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından, pek de farkında olmadığımız kodlarla gerçekleşiyor. Türkiye’nin ister stratejik boyutuyla, isterse tarihsel anlamda bağı olan her alanda bir parçalanma sözkonusu. Özellikle yakın coğrafyamızda gerçekleşen değişimin ve bir başka ifadeyle parçalanmanın, bizi giderek daha fazla etkilediği de ortada.

Dün, daha doğrusu bir asır önce çizilen sınırlarla icad edilen devletlerin, bugün o yapay bütünlüğü bile koruyamadığını görüyoruz. Irak artık tek parça değil, Suriye’nin eskisi olması imkansız.

Burada, olup biten tüm hızıyla akıp giderken, cevabı önemli olan sorular var. Biz bu değişimin neresindeyiz? Yeni düzen kurulurken biz ne söylüyoruz? Yeni bir düzen kuranlar, bunu ne kadar ve hangi şartlarda bizimle paylaşıp konuşmaktan yana? Daha net soru ise şu; biz ne istiyoruz? Ne olması bizim lehimizdedir veya ne olmaması için mücadele etmeliyiz?

Bu soruların cevapsız bırakılması gibi bir seçenek yok. Türkiye, kafasını kaldırıp bölgesine ve dünyaya bakacak ve kendi cevaplarını üretecek. Bunu yapmak için de adım adım bir oyun planına ihtiyacı var.

Bir: Yaklaşık üç yıldır iç dengeler muazzam ölçüde sarsıldı. Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimleri, özellikle Tayyip Erdoğan’ın stratejisi ile püskürtülse de, devletin dengeleri ve siyaset dahil her alanda ortaya çıkan istikrarsız hal endişe verici. Bir an önce, başkanlık sistemine geçişle ilgili radikal adımlar atılıp, devletin her alanda yeniden inşası zorunlu. 

İki: Ayrı bir başlık olarak yazmak zorunlu. Ekonomide işler iyiye gitmiyor. Cumhurbaşkanı çok uzun zamandır ekonomideki durgunluk ve patinaj üzerine uyarıda bulunuyor. Acilen, Merkez Bankası ve kritik ekonomik kurumlardaki paralel yapı temizlenmeli; uluslararası zeminlerde ‘Erdoğan gitmeden istediğiniz ekonomik modelle yola devam edilemez’ kulisini yapanlar yalnız bırakılmalı ve hepsinden önemlisi yaklaşan fırtına öncesi acil ve doğrudan topluma dönük paketler üretilmeli. Net ifade edelim. Terör ve siyasi istikrarsızlığın ardına ‘ekonomik kaos’ planlayanların silahı elinden alınmalı.

Üç: Irak konusunda yaklaşık on yıldır devam eden ve özellikle Kuzey Irak’la giderek bütünleşen sürecin, daha cesur ve büyük adımlarla kader ortaklığına dönüştürülmesi gerekiyor. Bunu yaparken de Irak Kürtlerinin yaşadığı değişim süreci dikkatle hesaba katılmalı. Ayrıca bu dikkatin Türkiye’de devam eden terörle mücadele dahil, Kürtlerle ilgili gündeme katkısı sağlanmalı.

Dört: Suriye konusunda, toplamda bütün bölgeyi kuşatan, bugüne kadar atılan adımları ve hamleleri gözden geçiren bir yeni politikaya ihtiyacımız var. Bölgesel ittifak zincirinde önceliği yakın coğrafyamızdaki Kürtlere veren bir yaklaşım, Türkiye’nin içeride rahatlamasını sağlayacağı gibi, küresel ölçekte de elini güçlendirecektir. Suriye’nin geleceğinde ortaya çıkacak dinamiklerin aleyhimize olmamasını istiyorsak, önce kiminle ittifak sorusu doğru cevaplanmalıdır.

Beş: Brüksel saldırısı, Türkiye’nin haklılığını doğrulayan çok sayıda örnekten yalnızca birisidir. Türkiye’ye karşı küresel ölçekte hamle yapanlar, bu hamleleri özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesinde yaparak meydan okumaktadır. Bu hamleler karşısında gizli açık sevinç çığlıkları atanlar, Erdoğan’ın küresel ölçekte bir aktör olduğu gerçeğini hesaba katmamaktadır. Türkiye’yi sözümona ‘karakutu’ ilan edilen bir işadamının söyleyecekleri üzerinden sarsılacak bir ülke gibi görenler, pek yakında ve beklemedikleri kadar yanılacaktır.