Ermeni meselesini ‘Araf’tan kurtarmak

20.  yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” cümlesiyle, 99 yıldır acı ve sıkıntıdan başka bir şey üretmeyen parantezi “resmen” kapattı Başbakan Erdoğan. 

Tarihin bir yerinde, şu ya da bu gerekçelerle alınan kararların planlandığı ya da sebep olduğu ölümlere dair bir üzüntü cümlesi ve o ölümlerle insani bir ilişki kurulamadığı için ne “dün”e hakkıyla bakılabilmiş ne bugün ne “yarın” inşa edilebilmişti.

Ermenileri de, Türkiye’yi de esir almıştı çünkü 1915.

Tehcir sebebiyle hayatlarını kaybedenlerin ruhları gitmeleri gereken yere intikal edemediği gibi, torunları da atalarının yaşadığı bu acı tecrübeyi aşma ve hayatlarına bu olaydan bağımsız devam edebilme imkanından mahrum kalmıştı.

Durum Türkiye toplumu için de karışıktı. Ne dahlinin ne onayının olmadığı geçmiş bir olayın yarattığı siyasi sonuçlar nedeniyle ve devlette devam eden ittihatçı zihniyetin ve savunma refleksinin gereği olarak ezberler, reddiyeler, karşı iddialar ve karmaşık duygular tarafından kuşatılmıştı toplum. Bin yıllık hafızası, hatıraları, duyguları felç edilmişti.

Ama devlet ittihatçı kafadan kurtulmak istedi, insanların içindeki vicdan yasası işledi.

Toplumun acıyı paylaşma, iyileşme isteği/ihtiyacı ve sivil iktidarın toplumdaki talepleri doğru okuyup siyasete doğru tercüme edebilmesi sayesinde nihayet “ölenlere rahmet, kalanlara başsağlığı” dilenebildi.

“Biz”i yani Ermenilerle Türkleri “zehirleyen” tıkanıklık işte bu taziyeyle aşılacak.

Ruhlar, hayatlar ve yarınlar bu sayede özgürleşecek.

Ermeni meselesi elbette ne sadece siyasi, ne sadece hukuki, ne sadece insani, ne de sadece tarihi. Bir sıralama yapılacaksa öncelikle insani.

O yüzden zamanla iyice birbirine geçmiş, yeni düğümler üretmiş yumağı çözebilecek olan tek temel şeydi taziye. Tehcir nedeniyle ölen sivilleri hakkıyla anmadan, tehcir kararına sebep olan dönem şartlarını hatırlatma hakkınız olmazdı/olamazdı çünkü. 

Mustafa Karaalioğlu’nun doğru kavramsallaştırmasıyla “cesaret siyaseti” gerekiyordu bu tıkanıklığı aşmak için. Bunu yaptı Başbakan Erdoğan. Doğru olanı yaptı.

Bundan sonrası daha kolay olur mu bilinmez ama taziyenin sağlayacağı hava değişikliğiyle meselenin diğer boyutlarının çok daha sağlıklı bir ortamda ele alınacağına şüphe yok.

Başsağlığı, bir müddet sarssa da “bizim diasporamız”ı da rahatlatacak /yahut ellerini boşa çıkaracaktır çünkü.

SÖYLEMEZSEM ÇATLARIM

-Muhaliflerin büyük çaresizliği

Taziye Türkiye’deki “müzmin muhaliflerin büyük çaresizliği”ne de zirve yaptırdı. Kürt meselesinde olduğu gibi maksimalist söylemlerle olanın değerini azaltmaya çalışıyor, en doğru vicdani/siyasi ölçüye kendilerinin sahip olduğunu iddia ediyor, inanmayanı üstenci bir dille dövüyorlar. Ama ne kimseyi inandırabiliyorlar, ne zavallı duruma düşmekten kurtulabiliyorlar. Huysuzlukları arttı. Uymamak lazım.

-İdamlar hiç şık değil!

Mısır’da darbe hukuku 529 idam kararına 683 kişiyi daha ekledi. Hem de 9 dakikada! Öyle hassas bir teraziye sahip ki darbeci Sisi’nin gayri meşru mahkemesi, 1 dakikada 79 kişinin ipi hak ettiğini tespit ediverdi! Şipşak adalet! Peki, seçilmiş hükümet gayri meşru şekilde düşürülürken olana “darbe”, insanlar keskin nişancılarla vurulurken olana “resmen katliam” diyemeyenler “idama hayır” diyebilir mi? Diyebilir. Batılı nazenin turistlerin gittiği bir ülkede bu devirde idam sehpası kurmak, insanları havada çırpınarak öldürmek gibi hiç de şık olmayan durumlar nedeniyle hayır diyebilir evet. Yoksa geçen yaz sadece “benim oyum nerede” diye soran sivillerin sniperlarla avlanmasından profesyonellik bakımından ne farkı var idamların?

-İşgal etmeyin, normalleşin!

1 Mayıs kutlamaları yeni gerilimlere gebe/imiş. 17 milyonluk bir metropolde günlük mobilizasyonun bu kadar yüksek olduğu bir meydanı hangi nedenle olursa “işgal etmek” şehir halkının dolaşım hakkını gasptır. Sağlıklı olan, bu konuda hükümetlerin yasaklar koyması değil sivillerin inisiyatif alması ve “hey hayatımı zorlaştırma” demesidir.