Esad'ı kim yönetiyor, Suriye nereye gidiyor?

2011 Mart itibariyle başlayan sürecin; Tunus, Mısır ve Libya'daki gibi "Suriye Arap Baharı" olduğunu düşünmek, sonuçlarını yanlış okumaya sebep olacak bir hatadır. "Emperyalistlerin operasyonu" teşhisi ise, doğru olmakla birlikte; asıl gerekçeyi perdeleyen "yüzeysel" bir tanımdır.

Suriye'deki "derin oyun"u doğru anlamak için, 2011 öncesini hatırlamak gerekir.

Baba Esad'ın katliamlarına ve PKK yataklığına rağmen, "komşularla sıfır sorun" politikası uygulayan Türkiye'nin, "kazan kazan" yaklaşımı sonucu Suriye ile ilişkiler öyle gelişmişti ki, "sınır"lar bile anlamsız hale gelmişti. Bayramları zehir eden manzaralar ortadan kalkmış, İngiliz-Fransız duvarlarının ayırdığı akrabalar; kucaklaşmıştı! TL ile alışveriş yapılan Halep'in, Gaziantep'ten farkı kalmamıştı. Şam ile "ortak bakanlar kurulu toplantısı" bile gündeme gelmişti.

Beşar Esad'ın gerçekleştirdiği son Türkiye ziyareti öncesinde (12 Eylül 2009), birkaç gazeteci Şam'a gitmiş ve Esad ile röportaj yapmıştık.

Sözlerine, "Türkiye'nin istikrarı Suriye'nin istikrarıdır" cümlesiyle başlayan Esad, "Çözüm Süreci"ni gönülden desteklediğini belirterek, "Terörü bırakanları kucaklayacağız, affedip kimlik vereceğiz" demişti. Daha da önemlisi, Suriye'de yoğun bir "reform" dönemi planladıklarını ifade ederek, "Mutlak olarak açık bir Suriye hayal ediyorum. Çok partili sisteme geçiş başta olmak üzere pek çok reform yapmamız gerekiyor. Ayrıca bunların enine boyuna tartışılabilmesi için özgür bir medyaya ihtiyaç var" şeklinde konuşmuştu.[1]

İngiltere'de yıllarca eğitim gören Esad'ın "Batılı müktesebatı" ile Arap coğrafyasındaki "Bahar rüzgârı" birleştirildiğinde, bu irade beyanını herkes "gerçekçi ve inandırıcı" bulmuştu!

Esad'ın Türkiye ziyaretinde ise, 16 Eylül 2009 akşamı Wow Hotel'de verilen iftarda konuşan Başbakan Erdoğan, Şam'a giden Türk gazetecilerin yaptığı röportajı okuduğunu ve terörle mücadelemize verilen destek sebebiyle çok mutlu olduğunu belirterek söze başlamış ve "Aynı ekmeği, aynı suyu paylaşıyoruz. Dicle'de, Fırat'ta aynı ortak idealleri taşıyoruz. Aynı düşmana karşı omuz omuza savaşıyoruz" ifadelerini kullanmıştı.

Son 7 yıldır sürekli gelişen ikili ilişkileri daha da ilerletecek adımlar attıklarını söyleyen Erdoğan, Ramazan Bayramı'na üç gün kala; iki ülke halkına da "bayram müjdesi" vermiş, "Bugün vizeleri kaldırdık. Artık rahatlıkla Suriye'den Türkiye'ye, Türkiye'den de Suriye'ye geçebileceğiz. Suriye, Orta Doğu'ya açılan kapımızdır" demişti.

Düşman çatlatan bu açıklamaları, orada bulunan ABD Konsolosu Sharon A. Wiener, Fener Rum Patriği Bartholomeos kıskançlıkla dinliyordu ama asıl; sinirden diş gıcırdatanlar başkaydı!

ESAD NEDEN BU KADAR DEĞİŞTİ?

İşte bu Esad, sadece bir yıl sonra "en azılı Türkiye düşmanı"na dönüşmüştü!

"Çünkü Türkiye, muhalifleri destekledi" gerekçesi, Suriye'de yaşananlarla örtüşen bir tespit değildir. Tam aksine Türkiye, Suriye'nin huzurunu korumak için yoğun çaba sarf etmişti. Başbakan Erdoğan 13 Mayıs 2011 akşamı Bloomberg TV'de, "Kendisini bir yıl önce olağanüstü halin kaldırılması, siyasi partilere izin verilmesi ve seçim sisteminin değiştirilmesi gibi konularda uyardım ancak adım atmadı" demişti.

Erdoğan, Türkiye'ye kaçan Suriyelilerin anlattığı korkunç katliam ve işkencelerden sonra bile Esad'a; defalarca "Şiddetten uzak dur ve söz verdiğin reformları başlat" tavsiyesinde bulunmuştu!

Türkiye, diyalog ihtimalinin ortadan kalktığı 5. ayda bile komşuda sükunetin sağlanması çabalarına devam etmişti. 6 Ağustos 2011 günü Birlik Vakfı'nda konuşan Başbakan Erdoğan, "Çok sabrettik ama artık sabrın sonuna geldik. Çünkü Suriye bizim için bir 'dış' mesele değil; iç meselemizdir" demişti ama hâlâ Esad ile diyalog yolu aradıklarını, "Dışişleri Bakanımız Şam'a giderek nihai mesajımızı net olarak iletecek" şeklinde ifade etmişti.

Gel gör ki, 9 Ağustos günü Şam'a giden Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nu, mevkidaşı değil; yardımcısı karşılamıştı. 6.5 saat süren görüşmelerde, şiddete son verilmesi ve reformların hayata geçirilmesi tavsiye edilmişti. Ancak Esad, sadece o gün 50 Suriyeliyi öldürerek ve tankları Türkiye sınırına dizerek karşılık vermişti![2]

Katliamlar 20 gün daha devam ettikten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çabalardan hiçbir sonuç alınamadığını duyurmuş ve Türkiye'nin nihaî tavrını "Açıkçası Suriye yönetimine güvenimiz kaybolmuş durumda. Biz tabii ki Suriye halkının yanındayız. Esas olan halktır" şeklinde ilan etmişti.

BAYRAĞIMIZI İNDİRDİLER, UÇAĞIMIZI DÜŞÜRDÜLER!

Esad'daki bu hızlı değişimin arkasında, Suriye'nin Türkiye ile bütünleşmesini kendisi için "felâket" olarak gören İran vardı! Suriye'nin karışması için tezgâhlanan "Batı" kaynaklı SMS tahriklerine büyük destek vererek Esad'ı; desteğine mahkûm eden İran, diğer taraftan da Esad'a, "Bizim stratejimizi uygularsan iktidarını kurtarırsın" garantisi vermişti!

Türkiye'nin "sağlıklı çözüm" uyarılarına kulak asmayan Şam, yılana sarılmıştı ve artık İran'ın her dediğini yapıyordu! 13 Kasım'da Şam'daki büyükelçiliğimize saldıran Esad taraftarları, Türk bayrağını indirmeye kalkmıştı. 5 Aralık'ta da, Türkiye'ye "ambargo" ilan edilmiş ve 700 Türk TIR'ı Suriye'de mahsur kalmıştı.

Türkiye'nin sabrını taşırarak savaşa zorlayan Suriye, 22 Haziran 2012 tarihinde ise, yeni radar sistemimizi test etmek amacıyla keşif uçuşu yapan "silahsız" F-4 uçağımızı; "ihtarsız" olarak düşürmüştü.

KANDİL'İ, TÜRKİYE SINIRINA TAŞIDILAR!

Asıl hıyaneti sınırımızda tezgâhlayan Esad, yine İran'ın verdiği taktiği uygulayarak Kandil'den getirttiği bin kadar "seçme" teröristi, Suriye'nin kuzeyine yerleştirmişti. Suriye'nin önemli bir bölümünü bağışladığı PKK'lı teröristlerin bütün ihtiyaçlarını karşılamış ve karşılığında da, Suriyeli Kürtleri öldürmelerini veya Türkiye'ye sürmelerini istemişti! Zaten kimlikleri olmadığı için üzerlerine kaydettiremedikleri evleri ve her şeyleri de PKK'ya kalacaktı! Bu operasyonun "tavizsiz" yürümesi için özellikle Alevî ve Şiî (İran) kökenli teröristler getirilmişti. Esad'ın, kendisine "danışman" yaptığı Mustafa Karasu haini ise, Suriye istihbaratına "tecrübelerini" aktarıyordu!

Baas rejimi, Suriye'ye çöreklenmiş olan PKK terör örgütüne adeta "özerklik" tanımıştı! PKK'nın uzantısı olarak 17 Ekim 2003 tarihinde Salih Müslim tarafından kurulan "Demokratik Birlik Partisi" (PYD), okullar açıyor, şehir yönetiyor; vergi bile topluyordu! Temmuz 2012'de faaliyete geçen "Halk Savunma Birlikleri" (YPG) ise, Afrin'e bağlı Raco'nun köylerine ve sadece 7 km uzağımızdaki Cinderes'e; "eğitim kampları" kurmuştu. Eğitilen teröristler, Amanos dağları üzerinden Türkiye'ye gönderiliyordu.

İşte yıllardır uğraştığımız PKK/YPG belası böyle oluşmuştu.

ESAD, MUHALİFLERİNİ; İRAN İSE TÜRKİYE'Yİ...

Tabii ki PKK/PYD terör örgütünü ABD destekliyor, İsrail, "kara gücü" olarak kullanmak istiyordu. Ama PKK'yı oraya getirerek; Haçlı Siyonist emperyalistlere bu imkânı sağlayan, Esad; yani ABD düşmanı(!) İran idi!

PKK/YPG Suriyeli Kürtleri, Esad'ın askerleri ile Şii militanlar ise Arapları imha edecek ve Esad'ın koltuğu selamete erecekti!

Sıcak denizlere inme rüşveti karşılığında Rus uçakları da 30 Eylül 2015'ten itibaren muhalifleri bombalamaya başlamıştı ama Esad'ın asıl abandığı devlet İran olmuştu! Çünkü sadece hava saldırılarının Esad'ı kurtarması mümkün değildi. Savaşların kara gücüyle kazanıldığı gibi; Suriye halkından kurtulmanın tek yolu da, görülmemiş bir zulüm ve katliam uygulayarak bütün muhaliflerin öldürülmesi veya sürülmesiydi!

Bu çapta bir katliam ve yıldırma ise, ancak "acıma" duygusu alınmış olan teröristler ve Sünnîlere karşı kin ve nefretle büyülenmiş olan "Şii haşhaşîler" tarafından yapılabilirdi! PKK katillerini zaten tanıyoruz. Hizbullah denen Müslüman düşmanlarının; Suriye'deki Sünnilere reva gördüğü iğrençliklere ise, Gazze'deki Yahudi zulmü bile erişememişti. Ama ne gariptir ki, Halep'te olanlar bizi çok daha yakından ilgilendirdiği halde kimsenin umurunda olmamıştı.

Yüzde 85'i Sünnî olan bir ülke, zaten yüzde 10'luk Nusayrî diktatörlüğünün esaretindeydi. Yüzde 5 bile Şii tabanı olmayan "yeşil emperyalist" İran ise, Esad'ın koltuk zaafını kullanarak bütün Suriye'yi esir almıştı! ABD ile paslaşarak Irak'tan sonra Suriye'yi de Şii emperyalizminin tahakkümüne alan İran, üslerle doldurduğu bu iki ülkeyi de "vesayet" yöntemiyle işgal etmişti.

Yani; Esad'a, milletini ve vatanını feda ederek ulaşacağı bu "çözüm"ü empoze eden İran'dı. Daha doğrusu Esad artık bir İran-PKK mankurtu olmuştu! İran ise, bölgedeki en ciddi rakibi olan Türkiye'yi komaya sokma şansı yakalamıştı! Bu stratejinin, en çok "Büyük Şeytan"a ve "Siyonist İsrail"e yarayacak olmasının hiçbir önemi yoktu! İran nihayetinde İsrail ve ABD ile ilgili tavrını, "Düşmanınım düşmanı dostumdur" ilkesine göre belirliyordu! Zaten Müslüman dünyaya "İslâm Cumhuriyeti" diye yutturulan "Humeyni rejimi", "SSCB'ye Karşı Yeşil Kuşak Projesi" çerçevesinde gerçekleştirilen bir Haçlı Siyonist darbesidir!

FETÖ ve CHP'DEN ESAD VE İRAN'A 'İNCE' DESTEK!

Tabii bu strateji, Türkiye içerisinden de desteklenmeli; Suriye'deki Şii operasyonuna TSK'nın müdahalesi önlenmeliydi! Nitekim "Hakan Fidan İran yanlısı" iftirasını yayan, "Ankara'daki bürokratların çoğu İran'a çalışıyor; hatta Muta nikahı yapıyor" diye bas bas bağıran İran düşmanı(!) FETÖ, Türkiye'nin Suriye'deki terör yuvalarına operasyon yapmasını engelleyerek İran'ın Suriye entrikalarına damardan destek veriyordu!

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, bendenizin de bulunduğu bir röportajda "15 Temmuz'dan önce; defalarca 'Terörü kaynağında kurutalım' dedim ama her seferinde 'Suriye büyük bir bataklıktır, girersek çıkamayız' şeklinde rapor getirdiler" demişti!

Nitekim ilk operasyon, FETÖ enfeksiyonlarının 15 Temmuz'da temizlenmesinden sonra 24 Ağustos 2016'da yapılabilmişti. Bu FETÖ kıyağının muhatabı görünüşte ABD olsa da, asıl kazanan, "Suriye filmi"nin yönetmeni olan İran idi!

Peki, ABD'den Rusya'ya, İsrail'den İran'a, PKK'dan DEAŞ'a; bütün "düşman(!) kardeşler"in Suriye'de tezgâhladığı bu "kirli ve kanlı operasyon"a Türkiye'den sadece FETÖ mü destek verdi?

CHP, sınırlarımızı güvenlik altına almak isteyen TSK için gerekli olan tezkereye; PKK maşası HDP ile birlikte neden ısrarla "Hayır" diyordu? TSK'nın, CHP ve HDP'ye rağmen gerçekleştirdiği harekâtları Kılıçdaroğlu neden hazmedemiyordu? Zira, 20 Ocak 2018'de başlayan "Zeytin Dalı Harekatı"nda 85 şehit veren TSK, 7 Şubat'ta Afrin'e dayandığında, Kılıçdaroğlu vahim bir sorumsuzluk sergilemiş, "Afrin'e girilmesini doğru bulmuyorum. Daha fazla şehit veririz; yazıktır; günahtır" diyerek şehit ailelerinin acısını çok çirkin biçimde istismar etmişti. Bu da yetmemiş, Mehmetçiğe destek için 5 Mart 2018 günü sınıra giden sanatçılara "Reziller" diyerek hakaret etmiş; tepkiler üzerine de "Az bile söylemişim" demişti!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz ise tam Esad ağzıyla konuşarak, ÖSO mensuplarına "terörist" demiş ve TSK'yı, teröristlerle birlikte operasyon yapmakla itham etmişti!

SURİYE'DEKİ "TÜRKİYE DÜŞMANI" 6'LI MASA!

Erdoğan düşmanlığı üzerine kurulan 6'lı Masa'da, birbiriyle hiçbir benzerliği olmayan partiler arasında oluşturulan; hatta FETÖ ve PKK'ya kadar uzanan "gizli ittifak" gibi Suriye'de de, İran, en büyük iki düşmanı(!) olan İsrail ve Amerika ile, Amerika ve Avrupa; en büyük düşmanları olan Rusya ile, Esad; kendisini devirmeye gelen Amerika ile ve bütün bu "devlet"ler, kendilerinin de "terör örgütü" olarak kabul ettiği PKK, FETÖ ve DEAŞ ile omuz omuza Türkiye'ye karşı birleşmişlerdir!

Yani Suriye aslında, Türkiye'yi ateşe vermek için yakılmıştır!

Ancak; Suriye'deki şer ittifakının da hesabı şaşmış: dengeler değişmiştir. Rusya'nın başı Ukrayna'da büyük derttedir! Yemen ve Lübnan'daki hezimetlerinden sonra Suriye'de de zaafa uğrayan İran da artık Esad'ı koruyamamaktadır. Zaten İran'ın "Esad" diye bir derdi yoktu ama rejimi koruma perdesi altında yürüttüğü Şii emperyalizminin cephe kaybetmesi, İran'ı telaşlandırmış ve hırçınlaştırmıştır. Halep'i 8 yıllık işgalden kurtaran Haleplileri "Terörist" ve "dış güçlerin maşası" olarak itham etmelerinin, "Türkiye Suriye'de işgalcidir, derhal çekilmelidir" demelerinin asıl sebebi budur. İran'ın "Esad'ı desteklemeye devam edeceğiz; gerekirse asker göndereceğiz" meydan okumalarını iyi anlamak gerekir!

"KARIŞMAYALIM" DEMEK, AHMAKLIK DEĞİLSE...

10 bin km. uzaktan gelen ABD; hatta Golan'ı işgal eden İsrail, İran'ı hiç rahatsız etmemekte ama Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve kendi sınırlarını güvenceye almak isteyen Türkiye, "işgalci" olmaktadır! Oysa Suriye'deki en köklü işgalci, "Bizi davet etti" dedikleri "Esad Nusayrizmi" ve "İran Şiizmi" ile Haçlı Siyonist müttefikleridir!

Israrla söylüyoruz; Şam'ın 2010 yılından itibaren izlediği "Türkiye politikası", Esad'ın belirlediği bir politika değildir, Tahran'ın talimatlarıdır! Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uzattığı eli, harakiri yaparcasına reddeden Esad'ın elini kimin tuttuğu iyi anlaşılmalıdır.

Erdoğan daha ilk günlerde (2011), Türkiye'ye yönelik tehlikeli oyunu görmüş ve "Suriye bizim iç meselemizdir" tespitini yapmıştır. Bu öngörünün 13 yıldır fazlasıyla tahakkuk etmiş olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunu iddia eden partinin genel başkanı Özgür Özel, "Suriye'nin iç işlerine karışmayalım" diyerek; anlaşılması güç bir vurdumduymazlık sergilemiştir.

Suriye, Türkiye'ye yönelik saldırı ve tehditlerin merkezi olduğu halde, bu en kritik günlerde orada olup bitenlerle ilgilenmemeyi tavsiye etmek nasıl bir aymazlıktır. Bugün Türkiye'yi bu anlayışın yönetmemesi, Allahü tealanın bu millete büyük bir lütfudur!

"YARALI ASLAN"A DİKKAT!

Öte yandan, bize yönelik bütün entrikaların merkezinde İran olduğu halde, Türkiye'deki bazı İranseverlerin, entrikacıbaşı İran'ı; "Tevhid" üzerinden savunmaya çalışması tam bir istismardır. "Tevhid"in en derin düşmanları, "Tevhidi tahrip etmeyin" aldatmacasıyla savunulmaktadır. Bu, ancak İran'a borcu olanların düşeceği bir garabettir. Zira, Tevhide ilk darbeyi vuranlar Şiilerdir.

İran, "mezhep" ile ilgisi olmayan Şii radikalizminin kodladığı en marjinal devlettir. Suriye'de kaybettiği nufûzu, şimdilik "diplomasi" katakullileriyle telafi etme peşindedir. Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, bu yüzden alelacele Şam'a gitmiş; peşinden de utanmadan Ankara'ya gelmiştir. Daha önce öldürdükleri "Astana"yı Doha'da diriltmeye çalışmalarının sebebi de budur.

Ancak... İran'ın diplomasi falan diye bir derdi yoktur. Şayet bu yolla hedefine ulaşamazsa, akla bile gelmeyen hıyanetlere başvuracağından kimsenin şüphesi olmamalıdır. Zira (İran'ın ulusal simgesi) "aslan" yaralanırsa; daha da vahşileşecektir!

İran'ın ezelî düşmanı ne İsrail ne de Amerika'dır. İran'ın en büyük düşmanı Sünnî Müslümanlar ve Türkiye'dir. "İç meselemiz" olan Suriye'yi elbette dikkatle takip ediyoruz ama İran'ın, Türkiye'de de elinden gelen her hıyaneti tezgâhlamaktan geri kalmayacağını hatırlatmak isterim.

"BÜYÜK İSRAİL" İRAN'A BAĞLI!

Şimdi Suriye'de PKK/PYD, bu fırsattan istifade ederek yeni "kantonlar" üretme ve güneye inme hesabı yapıyor. Diğer taraftan, yine ABD'nin eğitip donattığı "İsrail ÖSO'su" da, kuzeye ilerleyip ABD PKK'sı ile birleşerek bir "Davut (İsrail) Koridoru" kurmaya çalışıyor. Türkiye'ye, "Askerlerini çek" diyen Esad, koruyamadığı bölgeleri PKK'ya teslim ederken, İran ise Şam rejimi üzerinden PKK'yı destekliyor.

Suriye'nin bundan sonraki seyrini de yine İran'ın tutumu belirleyecektir. Suriye'deki durumdan istifade etmek isteyen fırsatçı İsrail ve mankurtu ABD, PKK/PYD hatta; gerekirse DEAŞ'ı kullanarak "Büyük İsrail" yolunda büyük bir adım daha atmak isteyecektir. Bu hain planın akıbeti ise tamamen; İran'ın Suriye'de takınacağı tavra bağlıdır. İran gerçekten, Esad'ı koruma bahanesiyle Suriye'ye asker sevk ederek muhaliflere yönelik bir operasyon başlatırsa, haritalarınızdaki "güney komşumuz Suriye"nin yerine "İsrail" yazabilirsiniz!

[1] Terörü Bırakanı Devlet Kucaklar, Türkiye, 15 Eylül 2009.

[2] Görüşme Esnasında Tanklar Sınırımıza Yerleşti, Türkiye, 10 Ağustos 2011.