2011 başında bölgede esmekte olan Arap Baharı rüzgârı kısa sürede Suriye'yi de etkisi altına almış, sokaklar bir anda hükümet karşıtı protestocularla dolmuştu. Belirgin derece barışçıl gösterilerdi bunlar. Hatırlayın ya da zahmet edip o ilk dönemin videolarına, yapılan basın açıklamalarına şöyle bir göz atın.
"Özgürlük ve haysiyet" sloganlarının atıldığı, hak ve özgürlüklerle eşitlik taleplerinin dile getirildiği, ülkede demokratik seçimlerin istendiği şarkılı türkülü protestolar olduğunu göreceksiniz.
Baas rejiminin buna cevabı çok sert oldu ama. Dera'dan başlayarak binlerce protestocu öldürüldü, tutuklanan çocuklar bile işkenceden geçirildi. Aylarca sürdü bu.
Sonrasını biliyorsunuz. Muvazzaf subayların bile ordudan ayrılıp muhaliflere katıldığı acılı bir sürecin devamında demokrasi yanlıları diğer yanağını çevirmek yerine mücadeleyi seçti. Vatandaşının sesini duymayan Baas rejiminin sebep olduğu amansız iç savaş Suriye'yi fiilen böldü. BM verilerine göre yarım milyon insan öldü, milyonlarca insan mülteci konumuna düştü. 6 buçuk milyon Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kalırken bir o kadarı da ülke içinde yer değiştirdi. Kadim şehirler yerle bir oldu.
ERDOĞAN'DAN ESAD'A: VATANDAŞIN SESİNİ DUY
Bütün bunlar olmadan önce ve olmakta iken sadece Türkiye'den samimi çağrılar geldi Beşar Esad'a. O dönem Başbakan olan Erdoğan "vatandaşlarının demokratik taleplerini karşıla, o vakte kadar vatandaş dahi saymadığın Kürtlere de kimlik ver, seçim ve anayasa süreçlerini yönet ki ülkeni de koruyabilesin" dedi ısrarla.
Ama nafile. ABD, Rusya ve İran vekil güçler aracılığıyla Suriye topraklarına göz koyarken, Şam rejimi üzerinde baskı kurarken "toprak bütünlüğüne ve ulusal birliğine saygılıyım" diyen tek başkentti Ankara.
Lakin Suriye'de devlet yoktu, lider yoktu. Trump'ın deyimiyle "Obama'nın kurdurduğu IŞİD-DAEŞ'ın, IŞİD bahanesiyle silahlandırıp alan açtığı PKK-PYD terör örgütünün, İran destekli paramiliter örgütlerin, Şam'ın davetiyle Suriye'ye daha doğrusu sıcak denizlere inen Rusya'nın postalları Suriye'nin egemenliğiyle beraber ulusal onurunu da çiğnerken varlık göstermeyen Esad rejimi gücünü muhaliflerine cömertçe gösterdi.
ESAD AİLESİ: KATLİAMLA İKTİDAR
Hapishanelerde işkence, tecavüz ve açlıkla öldürülmüş 11 bin sivilin fotoğrafları AA aracılığıyla dünya medyasına yansıdığında ve Esad, siviller üzerinde kimyasal silah kullandığında yahut iç savaştan kaçarken Akdeniz'in karanlık sularında ölüp gidenlerin en küçüğü Aylan bebeğin narin bedeni sahile vurduğunda şöyle bir dönüp baktı dünya. Yüzünü buruşturdu. Birkaç gün yutkundu ama sonra çok da umurunda olmadı Suriye'de olanlar.
Bu esnada Beşar Esad ise eşiyle objektiflere gülümseyip "her şey çok güzel" pozları vermekle meşguldü.
Cenevre'de barış konferansından, Astana'da dörtlü görüşmelerden hiç bir şey çıkmadı. Suriye rejimi muhalifleriyle anlaşmaya gönül eğmiyordu çünkü.
İktidarı darbeyle ele geçiren ve 60 senedir Suriye'yi yöneten Esad Ailesinin hakimiyeti esasen Baas Partisine ve Nusayri azınlığa dayanıyor. Yüzde 5'i Hıristiyan, yüzde 3'ü Dürzi, yüzde 80'i ise Sünni Araplardan oluşan Suriye toplumunun sadece yüzde 10'u Nusayri. Azınlığın çoğunluğa tahakkümünün en çirkin örneği Baas rejimi. İktidarı cılız ama ardında İran'ın Şii yayılmacılığıyla Rusya'nın varlığı olduğu da aşikar. Lakin Esad hiç olmadığı kadar yalnız bu kez.
TÜRKİYE NE YAPTI, NE YAPIYOR?
Tüm bu süreçlerde Türkiye de hedefteydi. Darbe-işgal mekaniği 2011 sonrasında harekete geçirilmişti. MİT krizi, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık emniyet-yargı darbesi, 6-8 Ekim Kobani olayları, PKK, DHKPC, IŞİD vd terör saldırıları, (Biden'ın müjdelediği) muhalefetin yıkıcı tutumu ve 15 Temmuz işgal girişimi... Erdoğan liderliğinde Türkiye hem bunlarla baş etti, hem Suriye'den gelen göçle hem de terör tehditleriyle. Sınır ötesi operasyonlar, güvenli bölgenin oluşturulması, Suriye Milli Ordusu'nun yetiştirilmesi, sınır hattının DAEŞ ve PKK-YPG tehdidinden temizlenmesi gibi bir dizi zorlu iş sessiz sedasız ama kararlılıkla yürütüldü.
2022'den bu yana da Esad'a yeniden elini uzatıyor Türkiye. Suriye egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün sağlanması, terör örgütlerinin def edilmesi, komşuya barış ve istikrarın tesisi için yapıcı bir tutum sergiliyor. Önce istihbaratın ardından Dışişleri Bakanlığının ikili görüşmesinin ardından samimiyetle çağrıda bulundu Cumhurbaşkanı.
ESAD İÇİN GEÇTİ Mİ BORUN PAZARI?
Dünyanın en güçlü liderlerinin başında gelen Erdoğan dünyanın en zayıf devlet başkanına, Beşar Esad'a "gel tut elimizi, toparlayalım şu işleri" dedi ama bu güçlü ve samimi eli bile tutamadı Esad. Şimdi heyet üstüne heyet gönderiyor Türkiye'ye.
Dimyat'a güveniyordu ama evde bulgur bile olmadığını Suriye Milli Ordusu Halep ve İdlip'ten sonra Tel Rıfat ve Hama'yı da ele geçirince anca anladı Esad. Sırada Münbiç var. El çabukluğu marifet tüm bu alanları PKK-YPG'ye bırakmayı planlıyordu ama Türkiye'nin kararlılığına çarptı.
Türkiye PKK'nın yeni mevziler kazanmasını istemediği gibi bölgede kati surette terör örgütü istemiyor. Zaten 3 buçuk milyon Suriyeliyi misafir ediyor ve haliyle yeni göç istemiyor. Bilakis Suriye terörden temizlensin de buradakiler evlerine güvenli, onurlu ve gönüllü olarak dönsün istiyor. Suriye'ye barış, hukuk ve istikrar gelsin diye de sahada ve masada uğraş veriyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan son haftalarda birkaç kez Esad'ın Türkiye ile normalleşmeye hazır olmadığını ifade etmiş ve saha ne gerektirirse Türkiye onu yapar demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da vurguladı güvenliğin şaşmaz öncelik olduğunu. Ama Fidan'dan farklı olarak Easd ile ilgili hala umutlu mesajlar da vermişti.
Esad'ın kibri, olmayan iradesini bile geçmiş görünürken Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yine söyledi: "Türk, beklenendir, yolu gözlenendir". Nitekim saha bu hakikati mütemadiyen üretiyor. Bakın artık Esad da beklemekte.