Eşeği kaybettik ve bulduk, öyle mi? Aferin size!

IŞİD terör örgütünün rehin tuttuğu vatandaşlarımızın kurtarılması, nerden bakarsanız bakın, müthiş bir “başarı öyküsü”dür... 

Bu öykünün başkahramanlarından biri de, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dır.

Burada bir parantez açmak istiyorum:

Dün izlediğim “paralel” bir muhabbette, konuşmacılar, rehine olayını küçültmek için bin dereden su getirdiler... Biri şöyle bir şey bile dedi: “IŞİD’e terör örgütü bile diyemediler...”

Diyemediler mi gerçekten?

Kendilerinin hoşlanacağı ifadeyle söyleyelim: “Dönemin Başbakanı” Recep Tayyip Erdoğan demedi mi? “IŞİD Terör örgütü” lafzını kullanmadı mı?

Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kullanmadı mı?

Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kullanmadı mı?

Dönemin (yine kendilerinin hoşlanacağı ifadeyle söyleyelim) “havuz medyası” kullanmadı mı?

İnsan açar bir bakar...

Bilmiyorsa, google’a sorar...

Dönemin bütün yöneticileri ve yandaşları, binlerce kez kullandılar bu ifadeyi. “IŞİD terör örgütüdür” dediler... (Bu arada müjde: IŞİD “Güneydeki sevdiğiniz ülke” ve Amerika sayesinde, kendisini Sünni kesimdeki sosyolojiye monte etmeyi başardı. Artık bir “terör örgütü”nden daha fazlası... IŞİD, aynı zamanda, Haşimi’ye reva görülenleri mazur gösterenlerin bir ürünüdür. Planlı programlı bir hamledir ve hedef, hem mezhep savaşı çıkararak güneydeki sevilen ülkenin huzurunu temin etmek, hem de Irak’ı fiilen bölmektir.)

Hadi onlar “IŞİD terör örgütüdür” demediler, diyemediler...

Belki de sırtlarında yumurta küfesi olduğu, yani kendilerini 49 cana borçlu hissettikleri için diyemiyorlardı...

Peki, siz niçin “İsrail terör devleti” diyemiyorsunuz?

Niçin Gazze’deki vahşeti “açıktan” kınayamıyorsunuz?

Niçin İsrail’in terör uygulamaları için “beddua seansları” düzenleyemiyorsunuz?

Parantezi kapattıktan sonra gelelim bu müthiş başarı öyküsünün başkahramanlarından Hakan Fidan’a...

Hakan Fidan MİT’in başına getirilmeden önce, İsrail tarafından bir tezvirat kampanyası başlatılmıştı, hatırlayacaksınız. Savuma Bakanı Barak işi daha da ileri götürmüş, Fidan’ın “tescilli bir İran ajanı olduğunu” söylemişti.

Kampanyaya “içeri”deki (yani Türkiye’deki) birtakım mecralardan da destek gelmişti.

Sonra da, malum “7 Şubat süreci” yaşanmıştı...

Soru şu:

Bir yabancı devlet, bir başka ülkedeki “bürokrat atamasıyla” niçin ilgilenir ve bunu sorun yapar?

Uluslararası ilişkilerde böyle bir gelenek var mı?

Türkiye neden başka ülkelerin gizli servis birimleriyle ve yapılan atamalarla ilgilenmiyor, bunu sorun yapmıyor, atanan bürokratlar hakkında tezvir kampanyaları düzenlemiyor da, İsrail düpedüz “iç işlere müdahale” anlamına gelebilecek bu garip tutumu sergiliyor?

MİT artık, MOSSAD ajanlarının elini kolunu sallayarak kapısından içeri girdiği ve istediği bilgiyi alıp kayıplara karıştığı bir kurum olmaktan çıktığı, soğuk savaş dönemi alışkanlıklarını elinin tersiyle ittiği, bu alışkanlığın icbar ettiği “CIA-MOSSAD-MİT” içiçeliğine son verdiği için olabilir mi?

Dün gördüm, şaşırdım...

Daha doğrusu şaşırmadım. Beklediğim bir tepkiydi. İstikrah duydum...

MİT Müsteşarına yönelik saldırıların iç ayağını oluşturan bir gazetenin genel yayın yönetmeni, rehine olayıyla ilgili olarak sosyal medya üzerinden şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Anadolu’da hikmetli bir söz: Allah bir aciz kulunu sevindirmeyi murat ederse önce eşeğini kaybettirir sonra buldururmuş. Bu hükümet milleti haybeden sevindirmek isterse, önce vatandaşlarını teröriste rehin bırakır, sonra şu ya da bu şekilde kurtarır...”

Buradaki “eşek” benzetmesiyle kimleri yaralamaya çalıştığını hadi es geçelim. (IŞİD terör örgütünün rehin tuttuğu 49 vatandaşımız “eşek” oluyor bu durumda. Aferin size.)

Şunu soralım:

Ülkenizle alıp veremediğiniz nedir?

Ülkenizin “seçilmiş” yöneticileriyle alıp veremediğiniz nedir?

Ülkenizin “milli kurumlarıyla” alıp veremediğiniz nedir?

Nedir düşmanlığınızın nedeni?