“Alea iacta est!” Zar atýldý, demiþ Caesar. Yâni artýk bu saatden sonra orasýný burasýný kurcalayarak olaylarýn akýþýný deðiþtiremezsin; iþler olacaðýna varacak anlamýna...
Cumhurbaþkanlýðý seçimi için de ayný þeyi söyleyebiliriz: Alea iacta est!
Ol sebebden hâlâ, yok efendim, Kýlýçdaroðlu kýlýcýna el atarsaymýþ da, yok Sipahioðlu atýný eyerlerseymiþ de, bilmem Kemankeþoðlu yayýna bir ok sürerseymiþ de muhabbetleri lafazanlýkdan öteye bir mânâ taþýmaz!
Alea iacta est!
10 Aðustos akþamý yeni cumhurbaþkanýmýzýn adý...
Sâhi, adý neydi yâhû?
Hah, buldum; adý Receb Tayyib Erdoðan’dýr, bitdi!
Onun için diyorum ki bizler de bundan böyle artýk þu laf olsun torba dolsun zevzekliklerini býrakarak bundan sonra neler olabileceði, yâhut nelerin olmasý gerekdiði konusunda biraz îmâl-i fikreylesek daha iyi ederiz.
Müellifiniz, her zamanki gibi örnek vatandaþ olma haves ve gayretiyle bu mevzûda da hoplayýp öne düþmekden kendini alamýyor.
Bir kere, kaç gündür pek çok arkadaþýn da bence isâbetli birer tahminle vurguladýðý üzere RTE öyle Çankaya terasýna bir chaise-longue getirtip de limonatasýný yudumlayarak gurûbu seyretmekle yetinecek bir insan deðil. Bu onun fýtratýnda yok.
Onun için hâlihâzýrdaki yasalarýn kendisine zâten tanýmýþ bulunduðu bütün hak ve yetkileri dibine kadar kullanmakda bir an bile tereddüd etmeyecekdir ki bunlarýn da hiç öyle azýmsanacak türden þeyler olmadýðýný bu vesîleyle öðrendik. Ben doðrusu bu kadar geniþ olduklarýný bilmiyordum, kendi hesâbýma bir yurddaþ olarak bu cehâletimden hicab duydum.
Öte yandan bunlarýn, her þeye raðmen, gerekli, en azýndan Erdoðan’a yeterli çapda olmadýklarý da bir vâkýa. Meselâ boyun vurdurmak, gözlerine mil çektirip Halki Adasý’na (þimdi Heybeliada mý ne diyorlar...) yollamak, en azýndan beline bir tekme vurarak Çankaya’nýn cümle kapýsý merdivenlerinden aþaðý yuvarlamak yâhut ensesinden ve pantalon (pantOlon deðil!!!) aðýndan yakalayýp ikinci katdaki çalýþma ofisinin penceresinden aþaðý fýrlatmak vs. gibi asgarî birtakým te’dîb tedbirlerine dahî cevaz vermediði de bir vâkýa.
O bakýmdan bence yeni Cumhurbaþkaný ve AK Parti’nin, 10 Aðustos’dan sonra sür’atle ele almasý gereken önemli gündem maddelerinden birini, Türkiye’yi bir baþkanlýk sistemine yöneltecek yasal düzenlemeleri hayâta geçirmek olmalýdýr.
Bunun daha ziyâde Amerikan usûlüne mi yoksa Fransýz usûlüne mi benzeyeceði yine bence pek de fazla hâiz-i ehemmiyet deðildir. Ben, ille de bir tercih yapýlacaksa, muhtemelen Fransýz sisteminden ilhâm alan, ama onu da harfiyyen taklîd etmeyerek içine yeteri kadar yerli unsur ekleyen bir sistemin bizler için daha kullanýþlý olabileceðini düþünürüm ama, dediðim gibi, bu, hayâtî bir mesele deðil.
Bunun sebebi de bana göre bizim millî karakterimizde yatar.
Dikkat edilirse biz Türklerde (kusûra bakýlmasýn; günümüzde Türk demek biraz müstehcen sayýlýyor ama ben aðzý bozuk bir insaným!), evet, biz Türklerde gerçi tâ Ýslâmiyet öncesi çaðlardan beri güçlü bir “Kurultay” (Meclis) geleneði vardýr ama son sözü söyleyen de qâideten “þef” olur. Kaðan/Han/Sultan/Pâdiþah etc...
Ben onun için baþkanlýk sistemi bize daha uygundur diyorum.
Ancak bu sistemde “Meclis” de ihmâl edilmemeli ve belirli konularda baþkanýn mutlakâ, ama mutlakâ meclisden onay almasý þartý da getirilmelidir.
Üstelik bunlar, önem derecelerine göre “kalifiye çoðunluk” þartýna da baðlanmalýdýrlar.
Meselâ, atýyorum, savaþ îlâný karârýnda meclisin, farz-ý muhâl 4/5 oranýnda çoðunlukla onayýnýn þart olmasý gibi...
Bu fevkalâde önemli meseleleri zamânýnda ve enine boyuna tartýþsak çok iyi ederiz.
Bence de...