Arınç: Eski aktörlerin yeni hazırlıkları...

Epeydir, “eski Türkiye-yeni Türkiye” ayrımı yapıyoruz. Bence, yeni Türkiye 1 Kasım 2015’te başladı. AK Parti’nin ilk defa iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den 1 Kasım’a kadar epey sancılı bir dönem geçti. TSK içindeki cuntacılar eski alışkanlıklarını devam ettirmek istediler. AK Parti kapatılmak istendi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde asker müdahil oldu, 27 Nisan e-muhtırası verildi. Tam 12 Eylül 2010 referandumundaki yüzde 58 “evet” ile yeni Türkiye zemini doğdu derken, bu defa “Legal Görünümlü İllegal Yapı” HSYK’yı kontrolüne alarak harekete geçti. Ardından 7 Şubat MİT Krizi, Gezi Olayları... Yolsuzluk susturucusu takılmış 17/25 Aralık darbesi, MİT TIR’larının durdurulması, Türkiye’yi terör örgütlerine yardım eden ülke gibi dünyaya jurnalleme... Yerel seçimlerde AK Parti’nin elinden İstanbul ve Ankara belediyelerini alıp tökezletme hamlesi... 7 Haziran’da HDP’nin barajı aşmasını sağlayarak AK Parti’yi tek başına iktidar olmaktan uzaklaştırma... CHP-HDP hükümeti kurdurma baskıları... Son olarak AK Parti’yi CHP ile koalisyona mahkûm edip intihara sürükleme... AK Parti için bir türlü bitmeyen husumet, “ille de Erdoğan gitsin” operasyonları...

Gülen medyası ile Doğan medyası bütün bu operasyonların içinde oldu. Sürekli küresel güçlerin yanında yer alarak “karşı cephe”nin siperlerinden seçilmiş iradeye, yerli ve milli cepheye ateş ettiler.

İşte 1 Kasım, “karşı cephe”nin en zorlu kavşağa geldiği, umutlarının tükenmekte olduğu tarih olduğu için yeni Türkiye’nin başlangıcı... 1 Kasım’dan beri hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hem de AK Parti iktidarının eli daha güçlü. Türkiye’nin istikrarı, daha büyük umutlarla tahkim ediliyor, edilecek.

Köşeye sıkışanlar, makulü terk eder. Mantığı ve aklı devre dışı bırakır. Eski Türkiye’nin aktörleri de aynı psikoloji ile sadece dışarıdan medet umuyorlar. Sanki eski güçleri varmış gibi çılgınlıklar yapıyorlar.

Rusya’nın Türkiye’ye gözdağı vermesinden, ABD Başkan Yardımcısının ziyaretinden, Obama’nın duruşundan, Avrupa Birliği’nin devreye girmesinden, hatta NATO’nun Türkiye’ye müdahalesinden medet umuyorlar... Bir beklenti içindeler. Bir şeyler olacak, belki de “üçüncü dünya” savaşı başlayacak ve “Erdoğan gidecek...” Öyle bir takıntı ki, Türkiye’yi düşünmek, demokrasiyi düşünmek asla kafalarında yok. Erdoğan gitsin, AK Parti bitsin, isterse Türkiye haritadan silinsin... Öylesine bir kin, nefret, düşmanlık var...

En sıkıntılı olan ise Fethullah Gülen ve medyası. F. Gülen, hala konuşuyor. “Geri adım atmak yok” diyor. Bağlılarına “Teslim olmayın, peygamberler teslim olmadı, kaçın” diyor. Yurt dışındaki okullar, kurumlar her gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aleyhine, AK Parti iktidarının aleyhine lobicilik yapıyor. Aynı zamanda da her fırsatta hala hipnozdan çıkamamış olan bağlılara umut zehri aşılanıyor: Çerçöp olacaklar, kaçacaklar, yeniden geri geleceğiz...

Hem F. Gülen ve medyası, hem de Aydın Doğan ve medyası, son günlerde, 1 Kasım travmasını atlattıkları zehabına kapıldılar. Bir yerden işaret mi aldılar, yine millete rağmen başkalarına yaslanmanın kendilerini sahil-i selamete çıkaracağını mı hesaplıyorlar bilinmez. Ama Bülent Arınç’ın muhalefetini önemsediklerine göre bir hazırlık içindeler.

Bir geniş cephe kurulmaya çalışılıyor: “Paralel Yapı”ya ve PKK’ya laf edilmeyecek. Tam tersine Paralel Devlet Yapılanması ile PKK terörü, insan hakları, düşünce özgürlüğü savunuculuğu altında dikkatlerden uzak tutulacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AK Parti’ye karşı kurulan cephe tahkim edilecek.

Bundan önce denediklerini yeniden devreye sokuyorlar. 17/25 Aralık’tan 30 Mart yerel seçimlerine kadar üç ay boyunca Gülenciler bütün Türkiye’de, “Erdoğan 30 Mart’ı göremeyecek” iddiasıyla ikna kampanyası yürüttü. Bazı işadamlarına, “aleyhimizde konuşma, seni Türkiye’nin yeni Sabancısı yapacağız, Erdoğan 25 Mart’ı bile göremeyecek” diye gözdağı verdiler. Pensilvanya merkezli dedikodu, gıybet, iftira kampanyaları dün bir işe yaramadı, yine yaramayacak.

Eski aktörler için hukuka, ilkelere ve makule dönmenin dışında bir yol yok.