Eski Türkiye’nin son sığınağı

Fetullahçılık bir yönüyle ‘new age’ kült bir dünyaya, başka bir yönüyle kadim sapmaya ait bir eğilim. Kadim hikâye veçhesinden bakarsanız, Türkiye’de 20. yüzyılın son çeyreğinde zuhur eden versiyonun bir orijinalliği bulunmuyor. 1980 darbesi sonrasında, aynı darbenin -yan- ürünü olarak kabul edilebilecek bir misyoner hareketten bahsediyoruz.

Daha sonraları devlet içerisinde yoğun bir paralel örgütlenme gerçekleştiren hareketin, 36 yıl önce, 80 darbesiyle eşzamanlı olarak çıkardığı en dikkat çeken yayın organının isminin ‘Sızıntı’ olması da anlamsız bir ‘tesadüf’ olabilir. Komploların gizemli dünyasında, istihbarata yaslanarak fıkıh geliştiren aklın kendisini Amerika’da bulması, sıradan bir seyahat de olabilir. Yıllarca malumu ilam olmasına karşın, telaffuz bile edilemeyen milli bir sırra dönüşmeleri dikkate değer bir fenomen de olmayabilir. 2002 Devrimi’nin eski Türkiye odaklarından ziyade paralel yapının iktidarına ortak gelmesi de abartılı bir okuma olabilir. Baştan aşağı istihbarat, polis-savcı-hâkim üçlemesi, şantaj, mahreme musallat olma, çoklu kimlik travmalarıyla toplumun, siyasetin ve sermayenin içerisinde arz-ı endam ettikleri de safsatadan ibaret olabilir. Bütün bunlar Fetullahçılık adına sürreel bir dünyanın hurafeleri olsa bile; 2008’den beri feci bir hafıza, zekâ, ahlak ve ciddiyet kaybı yaşamamış her akıl sahibinin, paralel yapının varlığını kabul etmesi için yeterince malzemenin olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Yaşanan körlüğü sadece AK Parti ve özellikle Erdoğan düşmanlığının geldiği son nokta ile de açıklamak mümkün değil. Zira daha şunun şurasında birkaç yıl evvel aynı örgüt için en ileri ifadeleri kullananların tamamının AK Parti nefreti kayıt altındadır. Bu nefretleri buharlaşmadığına göre, durumu açıklayacak iki ihtimal kalıyor geriye. Birincisi, bütün eski Türkiye unsurları kimse fark etmeden Fetullahçı olmuş durumdalar. Bu pratik olarak mümkün değilse de, Kemalizm’in Türkçü ve Kürtçü bütün damarları Fetullahçılık gibi bir misyoner aklın çok uzağında da değiller. Hemen hepsi çoklu kimlik travmaları yaşamaktalar. Kendi ülkeleriyle başka başkentler üzerinden konuşmakta fazlaca bir sıkıntı görmemekteler. İkincisi ise AK Parti nefretlerinin tıpkı PKK nefretlerini aşması gibi, Fetullahçılıkla da benzer bir ilişki kurmuş durumdalar.

Yarın dönemin tarihi yazıldığında, laik Türk entelijansiyasının Fetullahçılık fenomenini nasıl ıskaladığı da büyük harflerle kayda geçecektir. Herkesin gözü önünde cereyan eden vakıaların tamamına gözünü kapatarak, 80 darbesi icadı bir hareketten nemalanarak AK Parti saplantılarını nasıl derinleştirdikleri yazılacaktır. Paralel yapının varlığını bile kabul edemeyenlerin hâli, yıllarca Kürt meselesini duyunca ıslık çalarak ömürlerini sorunun etrafından dolaşarak geçenleri anımsatıyor.

Fetullahçılık eski Türkiye’nin son sığınağı olarak, Kemalizm’in her çeşidinin konforlu bir şekilde barınabileceği bir odak. 28 Şubat’ta sahte bir şekilde, 2008-2013 arasında ise operasyonel bir şekilde Kemalizm ile karşı karşıya gelme sahneleri ne Fethullahçılığa ne de Kemalizm’e yakışan veya kendilerinden beklenen tavırlar değildi. Zaten bu sevimsiz dönemleri hızla unutmuşa beziyorlar. PKK’dan MHP’ye, CHP’den liberal cemaate varıncaya kadar, fazlaca bir siyasi ve ahlaki hazmetme şikâyeti de yaşamadan son sığınaklarına koşmuşa benziyorlar.

Sığınaktan yakın zamanda çıkmaları için özel bir sebep görülmüyor. Dün nasıl Kürt meselesinin, darbecilerin, 28 Şubat’ın, yasakların ve eski Türkiye’nin varlığını mebzul miktarda isim ve odak ıskalamayı başardıysa, bugün de ‘paralel dünyanın’ varlığı da aynı ahlak ve zeka düzeyiyle ıskalanacağa benziyor.