Yaþadýðýmýz günler deðerlidir; onyýllar boyunca konuþulacaktýr ve yetki, sorumluluk sahibi herkes bu günlerin hükmüyle anýlacaktýr. Tarihi günler yaþýyoruz, cümlesi çok tekrarlandýðý için sýkýcý gelmesin. Evet, art arda tarihi günler, tarihi süreçler, tarihi olaylar yaþýyoruz. Ýkibinli yýllarýn baþýndan itibaren Yeni Türkiye kuruluyor ve tabiatý gereði tarih de yeniden yazýlýyor.
Hepsi bir gecede olmuyor... Çünkü Türkiye, deðiþimini darbe yoluyla deðil demokrasi marifetiyle gerçekleþtiriyor.
Tartýþarak, sindirerek, sistem sýkýþtýðýnda ise halkoyuna müracaat ederek. Bir demokraside ne olmasý gerekiyorsa onu yaparak ilerliyor.
Askeri vesayetin gerilemesi ve sivil alanýn geniþlemesi benzersiz bir öyküdür. Türkiye bunu baþardý ve bu nedenle bazen art arda bazen kýsa aralýklarla tarihi günlere sahne oldu...
Darbeler, faili meçhuller, yolsuzluklar, yoksulluklar, askerler, bürokratlar, medya kartelleri, parti kapatmalar ülkesinden sivil cumhuriyete giderken her gün tarih yazýlýyor.
2007’de Cumhurbaþkanlýðý sürecinde asker- sivil ittifakýnýn ürettiði 367 vak’asý anti-demokratik bir hamleydi; buna mukabil siyasi iktidarýn ve onun safýnda yer alan sivil inisiyatifin mücadelesi ve neticede kazandýðý zafer, bir “tarih”ti.
Tarihten gelen büyük sorunlarýmýz vardý ve hala var; bütün bunlarýn üstesinden ancak tarih yeniden yazýlarak gelinebilirdi...
Tarih sadece; o mücadeleden zaferle çýkanlarý yazmayacak, ayný zamanda direnenleri ve direnirken kariyerlerini feda edenleri de kaydedecek.
Mesela... Eski YÖK Baþkaný Prof. Erdoðan Teziç’i ekranlarda yeniden izliyoruz. Yeni anayasa yapým süreciyle ilgili görüþlerini anlatýyor. Prof. Teziç, hiç þüphesiz deðerli bir anayasa hukukçusudur. Anayasayý da anayasa tekniklerini de anayasacýlýk tarihini de iyi bilir. Kariyeri zaten bu mesele üzerinde þekillenmiþ ve büyümüþtür.
Bugün yeni anayasa bahsinde konuþabilecek isimlerin baþýnda gelir.
Gelir gelmesine ama þimdi kendimize soralým:
Teziç’e güvenebilir miyiz?
Ekranda O’nu uzun bir aradan sonra görünce bu soruyu sordum. Bir yandan onu dinleme arzusu bir yandan engellenemeyen bir güvensizlik...
Ne kadar zorlasam da sözlerine odaklanamýyorum, çünkü bir anayasa profesörünün yýkýlmýþ kariyerini görüyorum. Eski Türkiye’nin yýlmaz bir savaþçýsýný, hukuku ideolojisine malzeme yapmakta beis görmeyen bir hukuk adamýnýn portresini izliyorum.
Hiç iyi hatýrlanmayacak bir YÖK Baþkanlýðý; hukukla izah edilemeyecek sayýsýz politik tavýr ve inanç özgürlüðüyle arasýnda bitmek tükenmek bilmeyen sorunlardan oluþan bir portre...
Geçmiþteki görüþlerinin zýddýna, yýllardýr öðrencilerine anlattýðýnýn hilafýna “367” ayýbýný icat ederek, Çankaya’ya eþi baþörtülü bir Cumhurbaþkaný çýkmasýn diye kampanya yapan bir bilim adamý!
“Bir yargýç kürsüde baþý açýk olup, pazara türbanlý gidemez. Bir öðretmen okulda baþý açýk, pazara çýkýnca türbanlý olamaz... Park ve bahçeler de kamusal alandýr” diyebilen bir hukuk insaný!
Hukuksuzluða referans üretmek için, asker siyaset üzerinde kýlýç sallarken “Meclis çoðunluðu her þey deðildir” diyebilen bir anayasacý!
Muhtemelen, o günlerde ittifak ettiði kurumlar gibi o da bugün böyle bir Türkiye hayal etmiyordu. Eski güzel Türkiye’nin ayakta kalacaðýný umuyordu.
Meselem Teziç deðil... Malum, onlarca Teziç var.
Ekranda ne söylediði merak edilen bir anayasacýyý deðil, demokrasiye ve hukuka karþý feda edilmiþ bir hukuk kariyerini görmek içimi sýzlattý.
Týpký, Yassýada avukatý Hüsamettin Cindoruk’u yýllar sonra darbeciler safýnda görmek gibi...
Týpký, bugünlerde “Türklük” üzerinden yürütülen sahte kampanyalarýn ateþine düþen þaþýrtýcý isimler gibi.
Tarih böyle acýmasýz kayýtlar tutuyor ne yazýk ki. Üstelik, yarýný bile beklemeden.