10 Haziran tarihli yazıda, -grekçede, ‘vahy-i ilahî ve kutlu bilgi’ gibi mânâlara gelen ve bu mânâya da hürmeten ismi aynen korunan- ‘Ayasofya’nın, Hz.Îsâ (a) şeriatinin henüz de yürürlükte olduğu bir zaman diliminde yapıldığına; ilahî mesajın Resul-i Ekrem (S) aracılığıyla yenilenmesinden sonra ise, aslî fonksiyonuna aykırı şekilde, putperestlerin eline geçtiğine; Kur’an-ı Mubîn’in ap-açık beyânına göre, bütün enbiyaullah / ilahî peygamberler gibi Hz. Îsâ aleyhisselâm’ın şeriatiyle Hz. Peygamber (S)’in şeriati arasında -haşâ- bir güç yarışı olmadığına; bu yüzden de ‘fetih’le o mâbedin aslî foksiyonu arasında bir kesintisinin olamıyacağına’ değinilmişti. Yoksa, biz Müslümanlar başkalarının mâbedini almış değiliz. Kendi mâbedimizi kendimiz yapamayacak bir acziyet içinde olmadığımız, dünyadaki nice örnekleriyle de ortada.. Meselenin özü, Bizans yenildikten ve o mâbedi aslî hedeflerine aykırı olarak kullananlar gittikten sonra, o mâbedi metruk halde bırakmayıp, aslî fonksiyonuna kavuşturmaktan ibarettir.
Yani, fetihle, Hz. Îsâ’nın şeriatine karşı olanlarca yapılan tahrifâta son verilmişti.
Ama, Doğu Roma İmparatorluğu’na son veren Müslüman iradesinin iyice ezilmesi ve emperyalizmin asırlardır süren yürek sancısının sona erdirilmesi için, birileri, en şeytanî oyunları, uşaklığını yaptıkları ‘efendilerinin aferini’ni almak için, bu kutlu mâbedi, mâbed olmaktan çıkarmışlar; müze yapmışlardı.
Kimdi onlar?
Burada kişiler değil, zihniyet önemlidir ve ezelden beri var olan ‘Haqq- Bâtıl Savaşı’nda şeytanî güçlerin emireri durumunda olanlarını zihin dünyasıdır.
Nitekim, bugün, bir alçak kişi, hem de milletin Meclis’inde, bir CHP m.vekili olarak yaptığı ve bu zamana kadar kimsenin söylemeye cesaret edemediği bir hainlikle, hattâ, ‘Sultan Ahmed Camii’nin de müzeye çevrilmesini’ söyleyecek kadar küstahlaşmıştır. İşte o ve onun gibilerin dünlerdeki kökleri ve bugünkü destekçileri kimler ise, işte onların zihniyet dünyasıyla asıl meselemiz..
Bugün görmekteyiz ki, Amerika’dan Rusya’ya ve iç ve dıştaki bütün mâlûm emperial ve şerr odaklarına kadar her güç odağı, zihin birliği içindeler; 100 yıl öncelerde de olduğu üzere.. Biz de onlara diyoruz ki, sizin bu zamana kadar kurduğunuz bütün tuzaklara rağmen, biz dâvâmızın siperlerini terketmedik ve onca zulümlere, yüzükoyun yerlere kapaklanmalara rağmen, yine kalktık ayağa; yarınlarda da hep olacağız, inşaallah.. Siz, dünya çapındaki bütün zulüm düzenleriniz ve güçlerinizle varsanız, biz de kendi değerlerimize göre yaşamak azmimizle daha bir bileylenerek siperlerimizdeyiz.
Ne kadar ilgi çekicidir ki, T. Tarih Kurumu’nun eski başkanlarından ve bir ara MHP’den m.vekil de olan Prof. Yusuf Halaçoğlu, 10 yıl öncelerde, Ayasofya’nın gerçekte sahte bir imza ile müze yapıldığını ekranlardan, uzun uzun anlatmış, ama, Meclis’e gidince o konuda hiçbir çabası olmamıştı.
Halaçoğlu, 10 Haziran günü de Hürriyet’e verdiği mülâkatta, o eski iddialarını tekrar ediyor ve ‘Ayasofya'yı müze haline getiren kararnamenin sahte ve, o zamanki en üst yönetici olan ismin imzasına kimsenin itiraz edemiyeceğinin düşünülmüş olduğundan hareketle, bir el’in Ayasofya'yı müze haline getirdiğini, işin içinde böyle bir sahtekârlığın bulunduğunu’ ifade ediyordu. Hattâ, o imza sahibi, kendisine kanunla verilen soyadı, henüz Resmî Gazete’de yayınlanmamışken, o soyadını kullanarak imzalamış gözüküyordu. (Evet, orada kullanılan imza, Agop Dilaçar isimli bir ermeni dilcisinin kendisine öğrettiği imzadan çok farklı ve başka hiçbir yerde örneği yok..)
Yani, bu sözleri söyleyen kişi, bu konuların yabancısı birisi olsa, ‘Git be adam, sen bu milleti eşşek yerine mi koyuyorsun..’ bile diyebilirdik. Ama, birileri bu milleti gerçekten de bir şey yerine koymuşlar..
Asıl hıyanet, emperial güçlerin entrikaları değil, bu maskaraca oyunlardır!