Eleþtiri kýymetli bir þeydir. Öyle her olay, olgu ve deðer eleþtiriyi hak etmez. Bir þeyin eleþtiri nesnesi olabilmesi için ilk þart, kendi kendine yeterli olmasýdýr. Kendi içinde bütünlüðü olan ve kendini tanýmlayabilen bir karakter kazanmýþ olmasý gerekir. Kendi kendine yeterlilik ile mükemmeliyet skalasýnýn bir yerinde konum alýr eleþtiri. Olduðu konumdan daha iyisine evrilmeyi, prensip olarak, eleþtiri omuzlamak ister. Eleþtiri ile gevezelik arasýnda bu kadar somut bir durum söz konusudur. Eleþtiriyi yorum ve deðerlendirmeden ayýran da, eleþtirinin bizatihi kendinden deðil de eleþtiri nesnesinden söz etmesidir.
Bu konuyu akademik bir eleþtiri tartýþmasý ve tanýmlamasý için açmadým. Bir maksadým ve bir amacým var. 1978 yýlýndan bu yana yazý yazýyorum. Siyaset, kültür ve diðer güncel konulardan oluþan söz konusu yazýlar aracýlýðý ile düþünce dünyamýza, bir nebze olsun, özgünlük taþýmaya gayret ettim. Bütün bu süreçler boyunca, kabaca iki tür reaksiyonla karþýlaþtým.
Birincisi, kendini dünyanýn merkezi sanan ve her þeyi kendi tecrübesinden ibaretmiþ gibi algýlayýp, buna baðlý olarak mantýk yürüten; egosu Kaf Daðý’ndan büyük ve hiçbir geliþmeye açýk olmayan, mutlaka reddetmeyi varlýk nedeni olarak gören zihniyet.
Ýkincisi, sýrtýný bir sisteme dayayan ve önemini bu sistem içinde arayan, kendi çýkarlarýný sistemin çýkarýymýþ gibi öne çýkarma gayreti güden ve asla kat’a özgün bir þeyler söylemeyi hiç düþünmeyen; "sistem biti" diyebileceðim omurgasýz, baþkalarýnýn kýlýcýný sallayan, yaygaracý, "evet" efendimci zihniyet.
Elbette eleþtiri söz konusu olduðunda ortaya çok kýymetli þeyler çýkaran ve bunu yiðitçe söyleyen bir dizi saygýn insan var; onlarýn yeri her zaman baþýmýn üstünde olmuþtur. Onlardan çok þey öðrendiðimi her yerde ve her fýrsatta dile getirdim. Bundan hiç gocunmadým.
Bugün konumuz eleþtirinin iyi ve güzel yüzü olmadýðý için, bu þahane þahsiyetlere iliþkin anlatýmý baþka zamana býrakarak kaldýðým yerden, kötü eleþtiri aktörlerini anlatmaya devam etmek istiyorum.
Yukarýda kabaca tasnif ettiðim iki karakter özelliðinin ortak nitelikleri her þeyden önce niyet okumalarýdýr. Ortaya ne kadar bilimsel veri koyarsanýz koyun onlarýn "fýtratý" hep sezgisel olmuþtur. Ortaya koymuþ olduðunuz düþüncelerin özü ile ilgilenmezler; onlar için önemli olan tek þey fikirlerinizin özü deðil, size ve fikirlerinize dair onlarýn ne bildiðidir. Yani asla ve kat’a analiz yapmazlar, ortaya koyduðunuz þeyin özünden söz etmezler, yaptýklarý tek þey kendilerinden söz etmektir.
Bütün gayretleri o þeyin özüne ruhuna varlýk nedenlerine dair bir þeyler söylemek deðil, kendilerini söylem ve üslup olarak ön plana çýkararak, o fikre ve düþünceye dair kendilerinin ne kadar çok þey bildiklerini ispat etmeye çalýþmaktýr.
Dolayýsýyla onlarla sürdürülen bir fikir tartýþmasý, o fikrin tartýþmasý olamaz, buna izin vermezler; çünkü o fikrin kökenlerine dair bir þey bilmedikleri için, konuyu kiþisel mecralara taþýyarak oralarda size karþý bir üstünlük ele geçirmeye meyil ederler.
Oysa hiçbir fikir ya da düþünce bir boþluktan doðmaz. Her fikrin mutlaka bir geçmiþi ve buna dayanak saðlayan bir pratik uygulamasý vardýr. Bir fikri fikir yapan onun tarihsel geçmiþidir, çünkü her fikir esas itibariyle tarih içinde dem tutmuþtur, tarih içinde demlenmiþtir.
Ama biz daha çok görsel ve iþitsel bir zihin yapýsýna sahip olduðumuz için, fikir dünyamýz her zaman gördüðümüz ve iþittiðimiz þeylerin kaba bir iþgali altýnda olur. Kim ne derse desin soyut düþünme yeteneðimiz pek geliþmemiþtir. Bir þeyi görüp dokunmadan ona dair bir karar vermek istemiyoruz.
Ya "Evet" efendimciyiz.
Ya da "Hayýr" efendimciyiz.
"Dur bir dakika yahu, bir de ben bu konuyu þöyle derinlemesine düþüneyim" demek pek aklýmýzdan geçmez.
Oysa omuzlarýmýzýn üstünde taþýdýðýmýz bize ait bir aklýmýzýn olmasý gerekmez mi?