Evimdeki melek

İlk ne zaman niyet ettim hatırlamıyorum ama zihnimin üniversite yaşlarımda berraklaştığını biliyorum.

Zamanla vicdan sızısı gibi, hasreti de büyüdü içimde.

Hele son yıllarda, resmen özlüyordum henüz tanımadığım bir çocuğu.

Baktım evim kalbim hayatım onsuz bomboş... Hayatımdaki yokluğunu, bir yerlerdeki varlığına delil saydım. Sonunda o kadar çok istedim ki gerçek oldu!

Meleğim, iki buçuk yaşına erişmiş olarak geldi geçen hafta.

Şu an yatağında mışıl mışıl uyuyor. Gidip gidip bakıyorum, sırtı terlemiş mi, rahatı yerinde mi diye.

Açık söyleyeyim, onu seyretmeyi bırakıp yazının başına dönmek kolay değil benim için.

Allah’a nasıl şükredeceğimi de bilemez oldum. Bu kadar kıymetli, hakikatli bir emanetle buluşturdu beni.

***

Mevzuu nedir anlatmayı özellikle isterim. Olur ya düşünmüş ama henüz harekete geçmemişler gayrete gelir... Belki onlarca, yüzlerce, olabildiğince çok kişinin aklına-kalbine bir melek tohumu düşer...

Efendim ben, devlet koruması altındaki çocuklardan birine, minik meleğime “koruyucu aile” oldum.

Süreç şöyle işledi (düşünenler için özellikle detaylandırıyorum): Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Çocuk Hizmetleri Ankara İl Müdürlüğü'ne başvurumu 19 Ocak’ta yaptım. Sağlık raporu, adli sicil kaydı, gelir ve eğitim durumu gibi istenen evrakları tamamladım. Kurum görevlilerini evimde ağırladım ve beni yavru kuşumla buluşturmalarını sabırsızlıkla bekledim.

İlk haber 18 Mart’ta geldi kızımdan. Önce referandum temposu, sonra yeğenimin bizi korkutan hastalığı derken kavuşmamız 8 Mayıs’a kaldı.

İki hafta boyunca her gün kaldığı yuvaya gittim. Beraber oyunlar oynadık, şarkılar söyledik, birbirimizin gözlerinin ta içine baktık.

Aşka benzer bir duygu kalbimi ele geçirdi. Geceleri hep onu düşündüm, sabah uyanınca aklıma ilk o geldi. Yanında değilken onu özledim, onun için endişelendim…

Kısa sürede anladım ki bu küçük, korumasız, masum yavruyla sadece ellerimiz değil birleşen. Yollarımız, hayatlarımız da birdir artık.

Dokuz gündür evdeyiz. Mesut ve bahtiyarız.

Ben ona yavrum, kuzum, meleğim, çiçeğim, emanetim diyorum.

O sadece “anne” diyor.

***

Biliyorsunuz, terk edilmiş ya da bir nedenle biyolojik ebeveynlerinden ayrı kalmış çocuklara devletimiz bakıyor. Çok da iyi bakıyor.

Kemalettin Tuğcu romanlarında, Yeşilçam filmlerinde tasvir edilen o korkunç atmosfer, o koğuş yatakhaneler, o pis yemekhaneler yok artık. Fiziki şartlar, imkanlar, bakıcılar olabildiğince iyi.

Lakin bir durum var devlet babanın tamam edemediği.

Her çocuk “biricik” olduğunu bilmek ve hissetmek istiyor. Kucağa alınsın, birebir göz-söz teması kurulsun, vardiya usulü değişen bakıcılara değil kendine özel tek kişiye “anne” desin istiyor.

Aslında hakkı olanı istiyor.

***

O yüzden sizleri davet ediyorum. Sizleri etkilemek, bütün çocukları yuva sahibi kılabilmek istiyorum.

Bakın bakalım hayatınıza, evinize, elinize...

Yalnız bırakılmış bir çocuğun elinden tutar mı eliniz? Evinizde bir yavru kuş cıvıldasa, sizi koruyacak bir meleğiniz olsa yanı başınızda?

O sebepten -kızımın hukukunu korumak kaydıyla- ara ara yazacağım bu konuyu burada. Gözardı edilmemesi gereken bir gerçeği hatırlatırken başka koruyucu ailelerin imrendirici hikayelerini anlatacağım.

Sayın Fatma Şahin’den beridir görev yapan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlarımızın hemen hepsi biliyordu niyetimi. Yüreklendirdiler beni, desteklediler. Çiçeklendirmek ise Fatma Betül Sayan Kaya’ya nasip oldu. Kendisi de küçük çocuk annesi olan Sayın Bakanımıza, Müsteşar Yardımcısı Sayın Hakkı Öztürk’e, Sosyal Hizmet Uzmanı Sayın Fatih Demir’e, Ankara İl Müdürü Bestami Erkoç’a, Fatma Hanım'a, Gamze Hanım'a ve emanet çocuklarımıza emek veren herkese yürekten teşekkür ederim. İyi ki varsınız…

Detaylı bilgi için doğru adres: www.koruyucuaile.gov.tr