‘Ey ahali! Meþrûtiyet nedir, bilir misiniz?'

Trabzon'da binlerce insanýn bulunduðu bir alanda, 10 yaþlarýnda bir çocuðun aðlayýp yalvararak, 'Cumhurbaþkaný Amcasý'na ýsrarla ulaþmak istemesine, Tayyib Bey'in olumlu karþýlýk vermesi, onun alýþýlmýþ davranýþ þekillerindendi. Ama, o çocuðun mikrofonu eline alýp, KK Bey aleyhinde 'Hain!' demesi ve bunun canlý yayýnda önlenememesi, bir yol kazâsýydý. Elbette hoþ olmadý. O çocuk, orada çok daha aðýr ve hattâ çirkin bir kelime de kullanabilirdi. (Çocuklarýn sokaklarda, oynarken, birbirlerine en yakýþýksýz sözlerle, nasýl hakaret ettikleri bilinmiyor deðil.)

O sözün, sonraki haber programlarýnda tekrarlatýlmamasý yerindeydi. Bu gibi olumsuz görüntülere bir daha mahal verilmemesi umulur.

Ancak, muhalefet tarafý konuyu, 'Nasýl olur?' diye kullanmak istedi; sanki, o çocuk oraya, o sözü söylemek için özel olarak çýkarýlmýþ gibi. (Kaldý ki, yetiþkin siyasetçiler birbirlerine o hainlik suçlamasýný ve hattâ daha aðýrýný da söylüyorlar.)

Elbette o sert sözlerin toplumun ortalamasý açýsýndan alýcýsýnýn olmadýðý, hoþ karþýlanmadýðý, hattâ bir siyasetçi için kullanýlan ve 'Bay...' diye baþlayan hitab þeklinin de çok sevimli bulunmadýðý da gözden ýrak tutulmamalýdýr, herhalde.

*

Elbette siyasetçilerin, 'iltibasa müsaid', yani, bir kaç mânaya gelen söz söyledikleri sýkça söz konusudur. Geçenlerde KK Bey, ekranda bir þey söyleyecekti, 'Bana dâva açar diye söylemiyorum.' diyerek, ne diyebileceðini hissettirdi. Sözün geliþ ve gidiþinden nereye varacaðý açýktý. Ama, mâtûfiyet var diye, yargý hükmü kurulamaz, elbette.

*

Hani, 1908'de, 2. Meþrutiyet ilân edilince. Bakmýþlar ki, halk Meþrûtiyet'in ne olduðunu bilmiyor.

'Meþrutiyet'in halka anlatýlmasý kararlaþtýrýlmýþ. Her meslek grubuna bir ayrý konuþmacý.

'Hammal'lar için de nüktedânlýðýyla mâruf Feylesof Rýzâ Tevfik belirlenmiþ.

Hammallar Saraçhane'de toplanmýþ.

'Feylesof'umuz kürsüde:

-'Ey hammallar! Meþrutiyet nedir bilir misinizzzz?

-Hayýr bilmeyiz!!

-Meþrutiyet öyle bir nesnedir kiii, onu bilmeyen, eþþþektirrr!

Homurtular yükselir:

-Yani biz eþþek miyiz?

- Hayýr. Sizin babanýz da bilmiyordu!

-Neeee... Yaniii, biz...?

'Feylesof', durumun kritikleþtiðini görür ve.

- Hayýr, benim babam da bilmiyordu!' der.

Böylece 'feylesof'umuz, hýþma uðramaktan kurtulur.

*

Ýmdiii... Asýl ilginç olan, kanûnî sorumluluðu olmayan o çocuðun sözlerini köpürtmek isteyen mâlûm çevrelerin, Tayyib Erdoðan'a rüþd yaþýna ermiþ kiþilerce yapýlan açýkça hakaretleri anlayýþla karþýlama eðilimleri. Halbuki, 'Cumhurbaþkaný'ýna hakaret', 100 yýldýr, suç!

Önceden Sultanlara da hakaret de suç olmuþ, ama, Sultan 2. Mahmud'a 'Gâvur Padiþah...' diye baðýrýlmasýna bile dâva açýlmamýþ. Kezâ, 2. Abdulhamîd'e bomba atan ermeni terörist'i alkýþlayýp, hedefi vuramadýðý için de hayýflanarak þiir yazan Tevfik Fikret'e de bir kanûnî yaptýrým uygulanmamýþ.

Þimdi, 'Cumhurbaþkanlarýna 'hakaret'in suç sayýlmamasý gerektiði' konusunda ise, Ahmet Hakan 24 Ocak günü, 'Hakaret davalarýna tutuklamama olmamalý..' baþlýðýyla þöyle yazýyordu, sütununda:

'BÝR arkadaþým dedi ki:

*

"Hakaret, suç olmamalý. Demokratik ülkelerde böyle bir suç yok."

*

O da benim gibi Atatürk'e saygý konusunda hassastýr.

*

Þöyle dedim kendisine:

*

"Hakaret, suç olmamalý dediðin anda bu iþ Atatürk'e hakaret serbest olsun noktasýna kadar gider."

*

**

Nasýl? Ne büyük tehlike!!!

Halbuki, Ýsmet Paþa da ayný kafileden. Ama, kimse ona hakaret etmiyor.

Almanya'da Hitler'in övülmesi kanûnen suç; bizde ise!

*

'Derviþ-mütefekkir' Cevdet Saîd'i uðurlarken...

31 Ocak Pazartesi günü öðleyin, Baðlarbaþý-Marmara Ýlâhiyât Câmii'nde kýlýnan cenaze namazýndan sonra, dünya hayatýndaki 91 yaþýndan sonra ebediyet yolculuðuna uðurladýk Cevdet Saîd'i. Haberlerde 'Suriyeli yazar, mütefekkir, ilim adamý, vs.' diye verdiler.

100 yýl öncesine kadar, Müslümanlar insanlarý doðduklarý yerlere nisbet ederek farklý kýymet hükümleriyle anmaz ve derlendirmezlerdi. Çünkü, Müslüman coðrafyalarýnýn sýnýrlarýný, inancýmýzýn hâkim olduðu yerlere göre belirliyorduk. Müslüman vatanýnýn sýnýrlarýný andlaþmalar, dereler, daðlar, nehirler ve denizler belirlemiyordu. 'El'Garb-u lenâ, ve'þ-Þarq-u lenâ.' (Batý da bizimdir, Doðu da bizimdir.) Çünkü, bütün âlemler Rabbimizindir.

Ama elbette, Cevdet Saîd'in daha iyi tanýnmasý için onun nereli veya hangi kavimden olduðu deðil, nasýl bir inanç, kültür ve mücadele mirasýndan geldiðinin bilinmesinde de fayda var. Cevdet Saîd'in en önemli özelliði, büyükdedesinin, Kafkas Kartalý Þeyh Þamil'in mücadele arkadaþlarýndan olmasýydý.

Þeyh Þâmil'in Rusya'ya esir düþmesinden sonra, 1864-70 arasýnda yaþanan büyük Çerkez Soykýrýmý ve Sürgünü'nün acý hikaye ve aðýtlarý Cevdet Saîd'in aile büyüklerinden dinledikleri, onda elbette derin izler býrakmýþtýr.

O Hicret yýllarýnda, çerkezlerin, sadece Anadolu'nun her bir tarafýnda deðil, Balkanlar'dan bugünkü Mýsýr, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan diyarlarýna kadar bütün Osmanlý coðrafyalarýna daðýldýklarý biliniyor.

Cevdet Saîd'in inanç ve tefekkür dünyasýný yansýtan eserleri, elbette ki, içinde bulunduðu farklý sosyo-kültürel ve ruhî etkenleri de yansýtýr. Nitekim, onu bazýlarý Saîd Nursî'ye yakýn gösterdiler, kimileri 'Ýkhwan-ý Muslimîn'e.

*

Merhûmu Karacaahmed'den uðurlarken önümdeki yaþlý iki çerkez kardeþin, -çocukluðumda çerkez komþularýmýzdan öðrendiðim- (Mý dunâyem kýtehâðer teg'ýjýþt.' (Bu dünyaya gelen gider.) gibi kelimeleri hâfýzamda yankýlandý.

Ebediyet yolculuðunda ona 'rahmet-i ilâhî'nin yoldaþ olmasýný niyaz ediyorum.

*