Kamer Genç’in yaptığı terbiyesizliktir de, daha naif bir görüntüsü veren Haluk Koç’un yaptığı nedir?
Terbiyesizliğe, “terbiyesizlik” demek çok mu zor?
Nesini savunuyor Kamer Genç’in?
Kimdir Kamer Genç?
Müktesebatı nedir? Siyasetteki önemi ve değeri nedir?
Hangi liyakatten gelmektedir?
Darbecilerin “kurucu meclis üyeliğine” tamah etmek dışında, bugüne kadar siyasette hangi başarıyı göstermiştir? Hangi yereye merhem olmuştur?
İyi mi yapmıştır yani konuk olduğu toplantıda rezalet çıkarmakla?
Bir hanımefendiye o üslupla çıkışmakla sosyal demokrasinin şerefini mi kurtarmıştır?
Ne elde etmiştir o kaba saba hort zort tutumuyla?
Efendim burası hanedanlık mıymış? “Emine” ne sıfatla konuşurmuş orada?
Bunu diyen Haluk Koç... Aklı başında bilinen bir adam...
Bir vakitler, “CHP’nin okumuş grup başkanvekili” diyordum, bozuluyordu.
Bu sıfatı, hususen, benzerlerinden farkını vurgulamak için kullanıyordum.
Çünkü, süreç içinde “genel başkan yardımcılığına” yükselen, yükseldikçe de “ilkesizleşen” Haluk Koç, gerçekten de “okumuş” bir adam. Titr sahibi... Profesör... Benzerlerinden farklı yani.
Bir vakitler, elinde Oslo görüşmelerine ait belgeler, ortalıkta dolaşıp duruyor, hükümete veryansın ediyordu. Mahut görüşme “patlatıldıktan” bir yıl sonra yani... “Haluk Bey günaydın, deşifre ettiğinizi sandığınız belgeleri, Hakan Fidan’ı tutuklamak isteyen savcı 365 gün öncesinden servise koymuştu” diyenlere de, “müzakere vatana ihanettir” şeklinde acayip milliyetçi cevaplar veriyordu.
Hem müzakereye karşıydı, hem de BDP’lilerle girilecek bir yakınlaşmaya karşıydı.
BDP’den bir şey olmazdı.
BDP, terör örgütünün uzantısıydı çünkü...
Böyle ayıp laflar ediyordu.
Gün geldi, “Sarıgül” paydasında BDP’lilerle de ittifak yapabileceklerini açıkladı ve müthiş “ilkeli” bir duruş sergiledi.
Haluk Bey böyle bir adamdır...
En büyük hobilerinden biri de, AK Partililerin değişmediğini kanıtlamak...
Fıkralı esprili basın toplantılarının başat konusu bu... “Bakın, gördünüz mü, hiç değişmemişler” cümlesini çok sık kullanır.
Fakat hiçbir zaman şu sorulara yanıt vermez:
Kendilerinde, kimin ne ölçüde değiştiğini sorma hakkı vehmedenler ne kadar değişti? Örneğin CHP ne kadar değişti? Deniz Baykal ne kadar değişti? Kemal Kılıçdaroğlu ne kadar değişti? Haluk Koç ne kadar değişti? Basbayağı bir “soğuk savaş” mamulü olan ve sosyal demokratlıkla statüko bekçiliğini birbirine karıştıran ilerici solcularımız ne kadar değişti?
Bir vakitler, rahmetli İsmail Cem’in bir açıklamasını hatırlatmıştım...
Diyordu ki İsmail Cem, “Sol partiler toplumdan uzaklaşıp devletle bütünleştiği için sosyolojik tabanını kaybetti. Dini hassasiyetleri yüksek olan sağ partiler bu boşluğu doldurdu. Sol, kendi özü olan ‘emek’ten uzaklaşarak ‘devlet solculuğu’, ‘seçkincilik’ ve ‘bürokratik solculuk’ gibi sapmalar yaşamaya başladı. Değişimin değil statükonun temsilcisi haline geldi, devletle gereğinden fazla uyumlu göründü. Laikliğin özgürlükçü, çağdaş, demokrat yorumu yerine dışlayıcı, baskıcı ve yasakçı yorumunu sahiplendi.”
Haluk Koç parti içindeki terbiyesizlere kol kanat germeyi bıraksın, bu açıklama üzerinde düşünsün.
Sonra da “kendi kendine” şunları sorsun:
Muhalefet avantajıyla girdiğimiz halde, niçin bütün seçimlerde oy kaybediyoruz?
Niçin bugüne kadar (1908’den beri) bağımsız hiçbir seçimi kazanamadık?
Niçin bundan sonra da kazanamayacağız?