Ey ruh, geldiysen Ataol’a da görün!

Şair Ataol Behramoğlu, “Gezi ruhu” diye bir yazı yazmış.

Böyle yazılar elbette yazabilir, Gezi alanındaki kepazeliğe övgüler düzebilir.

Bu “kepazeliğin” bir gün “devrime” varacağını da düşünebilir.

Burada bir sorun yok...

Sorun şurada:

Koskoca şair ne dediğini bilmiyor...

Nerede yaşadığından, nasıl bir “geçmiş”ten geldiğinden de haberdar değil.

Daha da acıklısı şu: Türkiye’yi bilmeyen, Ataol Behramoğlu’nun “zihin dünyasını” tanımayan biri, sıradan bir “güzelleme” olan, başka da bir işe yaramayan bu yazıda “fikir” vehmedebilir.

Bir şair olarak elbette fikir sahibidir.

Bir fikrini hatırlatayım hemen: “O kudret başımızdan eksildiği için dünya bugün bu halde.”

Behramoğlu’nun eksikliğinden yakındığı “kudret” ya Stalin’dir, ya da Mustafa Kemal... Başka kim olabilir ki? Pol Pot rejimine övgüler düzecek kadar aklını yitirmemiştir herhalde. Bana Stalin’miş gibi geliyor.

Behramoğlu, bu fikrini, Kadıköy’de yaptığı konuşmada dile getirdi. Halk TV de “kasetten canlı” yayınla bütün Türkiye’ye duyurdu.

Tahmin ettiğiniz gibi, şairimiz aynı zamanda bir aktivist...

Sadece şiir yazmıyor.

Şiirini yaşıyor.

Gezi eylemlerini müteakip, Perinçek takımının düzenlediği “Gazdan adam festivali”ne katılmış, “Üçüncü köprüyü de yaptırmayacağız, üçüncü havaalanını da yaptırmayacağız, Kanal İstanbul’u da yaptırmayacağız... AKM’yi de yıktırmayacağız. Sizi yıkacağız!” diyerek. Merkel’i gönlünü hoş etmişti.

Son imalatı, yine “Gezi” üzerine...

Dediğim gibi, sıradan bir “Gezi güzellemesi” ama bir cümlesine takıldım.

Buyuruyor ki, “Yakın ve uzak bütün tarihimizin gelmiş geçmiş en gerici, en karanlık siyasal yönetimi, Gezi Ruhu’nun yakın takibi altındadır... Onlar, akıllarıyla kavramıyor olsalar bile, içgüdüleriyle bunu sezmektedirler. Gezi Ruhu, ülkemizin bir kez daha aydınlıklara çıkacak oluşunun habercisidir...”

Bu Ataol, sosyalist bir şairimizdir. Baskı rejimlerine karşıdır. Faşizmden nefret etmektedir...

Üstelik, kalbi insan sevgisiyle “gürp gürp” atmaktadır. (Biz söylemiyoruz... Kendisi şiirlerinde ve yazılarında böyle olduğunu iddia ediyor.)

Fakat, biz bu “faşizm ve baskı” sevmeyen şairden hiçbir zaman bir Stalin eleştirisi, bir Pol Pot eleştirisi duymadık... Karşısına geçin, “Ahmatova ve Zoşçenko” deyin, tavana bakacaktır. Gulag diye bir şey duymamıştır. Sibirya’da olup bitenlerden haberdar değildir.

Esasında haberdardır da, oralara hiç girmez.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde eğitim görmüştür. Bilmez olur mu hiç!

Sanatçılara “biçim ve içerik” dayatan parti komiserlerinden de rahatsız değildir... Bilakis “Jdanov” der, başka da bir şey demez.

Hadi o kadar uzağa gitmeyelim...

Madem iddiasını “yerel”le sınırlıyor, “yakın ve uzak bütün tarihimizin gelmiş geçmiş en gerici, en karanlık siyasal yönetimi” diyerek alan daraltıyor, soralım o halde:

İstiklal Mahkemeleri nedir Ataol?

Takrir-i Sükûn nedir? (Kaç gazete ve dergi kapatılmıştır? Kaç gazeteci hapse atılmıştır? Kaç aydın, siyasetçi ve kanaat önderi darağacına yollanmıştır? Hangi şairlerin fitil fitil burnundan getirilmiştir?) Tan gazetesi baskını nedir? Sabahattin Ali’nin öldürülmesi nedir? Varlık vergisi nedir? Trakya rezaleti nedir? Vakıf ve kilise yağmacılığı nedir? 27 Mayıs nedir? Yassıada nedir? Sıkıyönetim Mahkemeleri nedir? (Uzatılabilir...)

Dahası...

Ebedi ve milli şefleriniz ne yapmıştır? Mahmut Esat Bozkurt’unuz, Recep Peker’iniz, Ali Çetinkaya’nız ne eylemiştir?

Buralarda bir problem görmüyor musun?

Hadi problem görmüyorsun... “Tarihin dili nesneldir. Öyle olmak zorundadır!” lafları da ne oluyor?

İnsan böyle bir cümle kurmadan önce biraz düşünür.

Değil mi?

Biraz utanır.

Biraz yüzü kızarır.

Benim bildiğim “sosyalist ahlak” bunu gerektiriyor.