Ezan yasağından örtü yasağına kadar Türkiye

Japonya’da değil, Türkiye’de yaşandı her şey... Darağacıyla tartıldığını biliyoruz özgürlüklerin. Ve bu yüzden yürek ister onur ister hürriyet... Her şey biz yaşarken oldu, gözlerimizin önünde...

46 yıldır süren hangi yasağı biliyorsunuz?

46 yıldır sessizce ve sabırla verilen kaç hukuk mücadelesine tanıksınız?

Hanginizi incittik, kaçınızın kalbini kırdık?

Japon değildi! Örtülü olduğu için Diyaliz Makinesine sokulmayan Medine Bircan Teyze, hastane kapısında son nefesini verirken, çok değil, sene 2002’ydi. Okuluna girmek isterken ağzı burnu kaburgaları kırılmıştı, hamileydi ve yediği dayaktan dolayı bebeğini düşürmüştü öğrenci Nuray Canan... Hangimiz işitmiştik? Merve Kavakçı, örtülü bir milletvekiliydi, önce Meclis’ten sonra vatandaşlıktan atılmıştı. Haddi bildirilirken bizler neredeydik? Onbeş günlük bebeğini uyutup bir koşu ekmek almaya gitmişti, dönüşte oturduğu lojmana sokulmadı, bebeğim içeride yalnız dedi, örtülüsün giremezsin dediler, içeri sokmadılar, o kapıda ağladı, bebeğiyse tek başına evde, astsubay olan kocası koşup geldi, kendi evlerine girmeleri yasaklanan bu aile, şimdi 28 Şubat’ı yargılıyor...Neydi bunca nefretin sebebi? Niçin “topyekun savaş” ilan etmişti medyalar? Hepimizin gözü önünde geçti 46 yıllık zulüm fırtınası...

Oysa neydi tüm isteğimiz? İnsanca, insan onurunca, sade bir hayat sürmek. Herkes gibi...

***

Rahmetli Menderes Ezan yasağını kaldırdığı zaman, yükselen ilk Allahuekber’leri duyanların işi gücü bırakıp camilere ağlayarak koşuştuğunu anlatır şahitler... Örtü de ezan gibidir, minareye benzer. Saklanamaz çünkü. Öyle göz önündedir, işaret gibidir, altı fosforlu kalemle çizilmiş bir gösterge gibidir örtü. Saklarken aynı anda ortaya çıkaran bir tılsımı vardır örtünmenin.

Saklamak... Saklanmak... Saklayabildiklerini saklamışlardı insanlar zaten... Yakılan kitaplar, zincirlenen harfler, idam sehpalarının altına gömülen nice umutlar... Sıra kızlara gelince, yer demir gök bakır kesilmişti sanki, sanki Arasat meydanındaydık da dünyanın öteki ucuna bir yumurta konsa diğer ucundan görünecekti: Aaa! İşte şurada başını örtmüş bir kız var! Bütün gözler oraya! Hayatımızın son 25 yılı Tepegöz’ün tarassutu altında geçmiş... Bizleri saklayacak hiçbir şey yoktu işte... Öylece ortada kalmıştık... Bir Allah bir de kız! Yapayalnız.

***

Ömrümün 25 yılı bu yasakla uçmuş gitmiş... Aslında 25 yıl değil, başörtüsüyle ilgili yasaklar 1968’den bu yana sürüyordu.

Başbakanımızın Demokratikleşme Paketini açıklarken saydım ilk kez ne kadar zaman geçmiş diye... Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyken örtünmeye karar verdiğimde annem, tedirginlikle sormuştu; yasaklar vardı ve kendime nasıl bir gelecek çizecektim... Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in girişimiyle Başbakan Özal’ın hazırlattığı YÖK Yasası değişikliği veto edilmiş, ardından hazırlanan çerçeve yasa da Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmişti. Gençlikte daha kolay olacağı düşünülüyor pek çok şeyin. Anneme; Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı bittikten sonra yasakların kalkacağını söylemiştim... Heyhat!

Sonra... Sonra, bir daha başımı çevirip geriye bakmadan su gibi geçmiş hayat... Ne arkadaşlarım ne de ben, hiç saymadık geçen yılları... Sanki Lut Peygamberin kızları gibi, ardımıza hiç bakmadan, hayatın içinde yürümeye devam etmiştik. Su akar, yıldız akar, zaman akar, kızlar akar...

Demokratikleşme Paketi’ni dinlerken yasaklarla geçen 25 yıllık hayatımız gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Bugünleri göremeyen arkadaşlarım Süreyya Yüksel, Seheryusuf Bengisu, Macide Göç, Özlem Özyurt, Güzeyya Bingöl gibi hayatı bu uğurda verdiği hukuk mücadelesiyle geçerken aramızdan ayrılanlar... İçimden hızla koşmak geçiyordu o anda... Koşsam, arkadaşlarıma haber versem, yattıkları yere kıvrılıp, üstlerinde biten otları sevsem, kulaklarına fısıldasam, yasaklar bitti artık desem... Duyarlar mıydı beni? Yol arkadaşlarım adına Başbakanımıza ve emeği geçenlere sesimizi duydukları için, teşekkür ediyorum...