Ezber bozmak ama nasýl?

Bir hükümet kurulacak mý, kurulamayacak mý sorusunun cevabý yavaþ yavaþ belirginleþiyor. Ancak çok zayýf bir ihtimal de olsa bugün; kuvvetle muhtemel Kasým ayýnda ortaya çýkacak bir hükümetin nasýl bir model üzerine inþa edileceði sorusu hala belirsiz. 

Esasen bu sorularýn cevabýna dair dünyada da devam eden tartýþmalar var ve hepsi bizi de doðrudan ilgilendiriyor. Dünyayý eskisi kadar kolayca ve belli baþlýklar üzerinden kategorilere ayýramýyoruz. Öyle bakmak isteyenler de ortaya çýkan geliþmelerin çok gerisinde kalýyor. Oysa bu yeni dönemde hiçbir kavramýn içini eskisi gibi doldurmak mümkün deðil. O yüzden benzerlikler üzerinden geçmiþe yapýlan atýflar ve geriye dönüþler, daha baþtan karþýlýksýz kalmaya mahkum. 

Türkiye’nin, gerek kendi içinde geliþen ve bir baþka ifadeyle geliþtirilen; gerekse yakýn çevresinde þekillenen Kürt siyasi hareketiyle ilgili tavrý, duruþu ve burada sýkça beklenmedik zorluklarla karþýlaþmasý biraz da bu bakýþ açýsýnýn ürünü. Tam da yukarýda anlatmaya çalýþtýðým gibi, isteseniz de 90’lý yýllara veya benzer dönemlere dönmeniz mümkün deðil.

Belli bir operasyonun parçasý olarak davrananlar müstesna, herkes son günlerde Türkiye’nin kendi güvenliðini saðlamak için aldýðý tedbirleri en azýndan anlama gayretinde. Tekrar vurgulamak gereksiz belki; ancak bu saldýrýnýn çok daha düþük yoðunluklu hali için dünyayý yakan ülkeler olduðunu bir kez daha hatýrlamakta yarar var.

Ancak her çatýþma halinde olduðu gibi, bir ülkeyi yöneten siyasi aklýn, ortalýk yatýþtýktan sonra neler olabileceðine, kimin kimle konuþacaðýna ve el sýkýþacaðýna dair bir sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Benzer süreçleri defalarca yaþadýðýmýzý düþünenlere, yazýnýn giriþinde söylediklerimi hatýrlatmak istiyorum. Benzerlikler aldatýcý. Bugün olup bitenin dünle baðýnýn olmasý ve  sorunlarýn zincir halinde devam etmesiyle; geçmiþle benzerlik kurmak ayný þey deðil.

Öncelikle, Türkiye’de yönetim anlayýþýndan devlet aklýna kadar geniþ bir alanda önemli bir deðiþim yaþandý ve sancýlarla olsa da geniþ kesimlerde kabul gördü. Bu deðiþimi taþýyan ciddi bir orta sýnýfýn varlýðýný da unutmamak gerekiyor. Ýþte belki de en temel fark burada. Ýster ülkenin batýsýnda, ister doðusunda veya en ücra köþesinde olsun; bu geniþ kesimler deðiþimle elde ettikleri kazanýmlarý býrakmama konusunda hayli kararlý. Herhangi bir siyasi liderin, partinin ya da aktörün bunu yok saymasý söz konusu olamaz.

Abdullah Öcalan’ýn Türkiye’ye teslim edilmesinin ardýndan yaþanan dönemde, uzun süre gerek terör örgütünün, gerekse siyasi uzantýlarýnýn, uluslararasý ve bölgesel dinamikleri arkasýna alarak geliþtirdiði stratejiler, maalesef daima birkaç adým önde olmalarýný saðladý. Burada güvenliðin ötesine geçip, müzakere edebilecek bir aklý ve onun unsurlarýný inþa etmekte hep zorlandýk. Son yýllarda çok büyük mesafe alýndý. Ancak Kürt siyasi hareketinin nereye gittiði konusundaki öngörülerin yetersizliði, nihayet gelip kapýmýza dayandý.

Diðer yandan, Irak ve Þam Ýslam Devleti adý altýnda ortaya çýkýp, giderek batý literatüründe ‘Ýslam Devleti’ gibi bir tanýmla anýlmaya baþlanan tehdidin, her vesileyle Türkiye’yle iliþkilendirilmesi, sýradan bir geliþme olarak görülmemeli. Bu kadar geriye dönmeye meraklýysak, neden Hicaz’ýn bizden koparýlýþýnýn tarihine bir göz atmýyoruz? 

Türkiye’yi yeniden  ve elbette kendi istediði gibi þekillendirmek isteyen aklýn, bir yandan Kürt hareketinin özellikle modern kanadýyla, diðer yandan örgütten çok devlet gibi davranan bir yapýyla kýskaca almasý, yakýn tarihimizin en büyük kuþatmalarýndan birisi olarak görülmeli. Bu yüzden ezber bozacak hamlelere, geçmiþi doðru deðerlendirecek yaklaþýmlara; ama geçmiþin tarzýndan uzak duran bir ufka ihtiyacýmýz var.