Ezilmenin elli tonu: Kadınlar için adalet!

KONYA- Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM ve Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği uluslararası katılımlı “sosyal yaşam ve kadın” başlıklı sempozyum için Konya’dayız. Elliden fazla tebliğin sunulduğu iki günlük çalışmada öyle çok sorun / durum alanı var ki, kadınlarla ilgili her çalışmanın aslında mevcut düzene kafa tutmak olduğunu, her çabanın canhıraş bir adalet arayışı taşıdığını tespit etmemek imkansız.

Kadınların eşitlik değil adalet talep ettiği bir düzlemdeyiz epeydir. Tartışılan şey kanunlar önünde eşitlik değil elbette. Ama fırsatlar, imkânlar bakımından eşitliğin adalet sağlamadığı, bilakis mevcut adaletsizliği beslediği tecrübeyle sabit olduğundan, sosyal ve siyasal hayatta, çalışma hayatında, ailede, medyada ve hayatın her alanında cinsiyet adaleti talep ediyor artık kadınlar. Ezilmenin elli tonu, farklı farklı boyutu var çünkü.

KADEM gibi yeni nesil kadın dernekleri, TİKAD gibi iş çevreleri, kadın çalışmaları yürüten akademi çevreleri, konuya duyarlı medya kuruluşları, sivil toplum kuruluşları... rijit feminist yaklaşımları ret ya da terk ederek kadın ve erkek arasındaki roller yeniden ve adil şekilde tanımlansın ve hayata öyle geçsin diye çabalıyor.

Durum, adalet duygusu olanlarda cinsiyet ayrımı gözetmeyecek cinsten çünkü.

Öncelikle siyasal hayata katılım çok düşük. Kadınlar karar mekanizmalarında yok. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının pek çok Avrupa ülkesinden evvel, ta 1934’te verilmiş olmasıyla övünen bir ülkenin 550 kişilik Millet Meclisi’nde kadın milletvekili sayısı 82 mi olurdu yoksa.

Üstelik bu konudaki bir büyük utançtan da daha yeni kurtulduk. Gayri hukuki olsa da fiilen süren Meclis’te başörtüsü yasağı ancak 2014’te kaldırılabildi! Düşünün, nüfusun yarısı kadın, kadınların yüzde 70’i kapalı ama başını örten kadınların seçilme hakkı yok! Seçmenin başı örtülü bir milletvekilini seçme hakkı da yok, dolayısıyla. 80 yıl süren bir adaletsizlik 7 Haziran 2015’te aşılabildi ancak.

Nereden baksanız adaletsizce, bir başka gerçek de şu hanımlar beyler: İçişleri Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 2 bin 950 belediye başkanı görev yapıyor. Bu belediye başkanlarının sadece yüzde 0.8’i kadın! 26’sı yani...

Çalışma hayatında eşit işe eşit ücret; aile içi rollerde kadının desteklenmemesi halinde kariyerinin bundan negatif etkilenmesi; kadınların iş yerinde tacize, ayrımcılığa, mobbing’e daha fazla uğraması; hamilelik, doğum, emzirme gibi anneliğin gereklerinin mesleki başarısını kesintiye uğratması gibi nedenler kadınları çok zorluyor. Ve ne yazık ki her bir etmenin sonuca etkisi “kadın yoksulluğunu” artırmak oluyor.

Eğitimde eşitsiz koşullaryanlış inanışlar, cinsiyetçi kültürel kodlar, erken yaşta evlilik, evlilikte rızasının alınmaması, aile içinde söz sahibi olamama, kendi hayatına dair kararları alamama gibi nedenler kadını aile ve toplum içinde iyice zayıflatıyor. Yakını olan, çok sevdiği insanlarca ikincilleştirilmenin, değersizleştirmenin kadının psikolojisinde nasıl onulmaz yaralar açtığı ise apayrı bir gerçek.

Medyada gösterilen kadının ya fettan, ya mağdure bacı kimliğine sıkıştırılması, öne çıkmış başarılı kadınların bile yine fiziğine ve giyim kuşamına indirgenmesi kadını öğüten bir başka alan. Medya çalışanı olarak kadının karar mekanizmalarındaki oransal varlığı da birleşik kaplar hesabı, mecliste, iş dünyasında neyse o. Muhabir kadrolarında fifti fifti olan sayı, editörlük, yazarlık, yazı işleri, genel yayın yönetmenliği şeklinde ilerleyen süreçte giderek azalır ve bir piramidi andırır. Türkiye’de günlük çıkan ulusal gazete sayısı şu aralar 30-35 civarı. Bu gazetelerin sadece birinin yayın yönetmeni kadın!

Akademide de durum aynı. 194 üniversite rektörü arasında sadece 13’ü kadın. Bürokraside üst düzey yöneticilerin yüzde 90.8’i erkek. Fark ettiyseniz kadına şiddetten, kadınlara tecavüzün savaş silahı olarak kullanıldığından, mülteci kadınların yaşadıklarından, kadın ticaretinden bahsetmedim daha. Ama şu başlıkları bile özetleyince sormadan edemiyor insan; adaletin bu mu dünya?