Selahaddin E. Çakırgil
Selahaddin E. Çakırgil
Tüm Yazıları

Faşist devlet anlayışına ‘Hayır!’ ama anarşiye de...

Önce, ‘mâlumu ilâm’ gibi gözüken bir sözü burada tekrarlamakta fayda var. Evet, bütün dünyada silah kullanmak ve kullandırmak yetkisi ve izni, sadece devlet denilen sosyal üst-yapı kurumlara ait bir durumdur. Devletin dışında ve devletin izin vermediği silahlı kimseler olursa, bunlar ne kadar etkili olursa, orada devletin o kadar zayıfladığı kabul edilir. Bu bakımdan, devlet güçlerine karşı silah kullananlara, devletin zaafiyet göstermesi, bütün bir toplum bünyesinin felç olmasına, tefessüh etmesine çürümesine ya da korkutulmasına, sindirilmesine müncer olur. Bu bakımdan böyle yapılanmalara müsaade edilemez.. 

Bu gibi durumlarda, halk kesimleri ise yumuşak demirler mesâbesindedirler ve nerede güçlü mıknatıs durumunda olduğunu hissettiren bir güç odağıgörürlerse o tarafa meylederler. Bu bakımdan asla zaafiyet işareti gösterilmemelidir. Bu vesileyle hatırlatalım, Başbakan Davutoğlu, Dağlıca’da hayatlarını kaybeden askerlerin cenaze töreninde keşke ağlamasaydı.. Böyle zamanlarda lider veya komutan durumunda olanların ağlamasının verdiği mesajlar genelde zaafiyete verilir. Bir zaaf işareti hissettirildiği anda, birileri de, topluma kendilerinin oldukça güçlü olduğu mesajını vermekte daha bir cür’etkârlaşırlar.

Nitekim Figen Yüksekdağ isimli ve HDP’de eşbaşkan sıfatlı siyasetçi, PKK’nın yurt dışından yayın yapan kanalı Med Nûçe’ye 8 Eylûl akşamı yaptığı açıklamada, ‘Savaş Batı’ya taşındı. Her yerde saldırı varsa, her yerde direniş olacak. Direniş yükselecek, halkımız demokratik ve meşru tavrını ortaya koymalıdır..’  diyordu, saldırıyı kimin yaptığını tersyüz ederek.. Öteki eşbaşkan Demirtaş da, HDP’nin bazı şehirlerdeki binalarına yapılan ve elbette asla tasvip edilemeyecek saldırılara değinirken; ‘Devlet eliyle linç kampanyası yürütülüyor. Tek elden organize edilen bir linç kampanyası var. Bize 400 vekil vermezseniz burnunuzdan getiririz deniyor. Bir darbe ile iktidardan düşmüş olmalarına rağmen devlete el koymuş durumdalar..’ gibi saçma-sapan iddialarda bulunabiliyor ve arkasından da kendisiyle çelişerek, o saldıran kalabalıklara ‘..Arkanızda hükümet filan yok, sizi harcayacaklar,  yazık size. Ama, gideriz 20 yıl yatarız diyorsanız yapın’ diyor ve daha sonra ise kendi taraftarlarına da, ‘ihkak-ı hak’ (hakkını kendi kendilerine almak hakkı) çağrısı yapıyor, ‘Evinizi, iş yerinizi yakmaya gelenleri anasından doğduğuna pişman etme hakkınız da var!.’ demeyi de ihmal etmiyordu. Cizre Belediye Başkanı olan Leylâ İmret isimli hanım da, İngiliz yayın kuruluşu Vice News’te, ‘Türkiye’de iç savaş çıkacak!’  diye sunulan programda yaptığı açıklamada ‘..Barış olacaksa Cizre’den başlayacaktır ve savaş da olacaksa, o da Cizre’den başlayacaktır. Türkiye’de bir iç-savaş yürüttüğümüzü söyleyebiliriz’ diyordu.  

Açıktır ki, Demirtaş ve arkadaşlarının ‘halkımız’ derken, sadece belli bir etnik kökenden geldiklerine inanılanlar üzerine bir koruyucu kanataçtıkları havasını vermek istediği anlaşılıyor ve saldırıları yapanları ‘analarından doğduğunu pişma etme haklarının olduğu’ hatırlatmasını bilhassa yapıyordu. Bunu söyleyen kişi, birilerinin de, aynı mantıkla, ülkenin tamanındaki halk kitlelerine hitaben, ‘kendi canlarına, evlerine, mal ve işyerlerine ve ülkelerine saldıranları, analarından doğduklarına pişman etmek haklarının olduğunu’ söyleyebileceğini akledemiyor veya öyle bir durumda neler olabileceğini düşünemiyordu.

Böyle tahrikçi ve sosyal bünyeyi zehirleyici lafları edenlere -akıllarından bir zoru yoksa- başka ülkelerde nasıl karşılık verildiği bilinir.

Yöre halkı bile bölgeden kaçmaya zorlanıyor 

Bütün bir Güneydoğu’da, bölge halkının, tek yürek halindeymiş gibi bir görüntü vermesinin, hangi terörize edici yöntemlerle gerçekleştirildiği meçhul değildir. 14-16 yaşlarında, henüz bıyığı terlememiş çocukların eline uzun namlulu silahlar tutuşturup, toplumun genelinin nasıl sindirildiği ve insanların, ‘infaz çetelerinin, evleri, işyerlerini işaretleyerek kaçırtmaya çalışmaları’ sonucu, bölge halkından, Kürt halkından onbinlercesinin buşerurlardan uzak kalabilmek için, doğup büyüdükleri şehirlerden kaçmaya zorlandıkları bilinmiyor değil..

Bu satırlara bakıp da, birileri, katı birer devletçi olduğumuzu sanmamalıdır. Bu satırlar, her nasıl olursa olsun, devleti kutsayan, faşist bir devlet anlayışına sahip olmak mânâsında olmayıp; devletsiz olmanın her bir topluma ne kadar büyük felaketler ve musîbetler getireceğini hatırlatmak içindir. Bu açıdan, en kötü devlet düzeni bile, hiçbir düzenin kalmadığı toplum durumlarına tercih edilir. Zulüm düzenlerine evet, hep karşı çıkmalıyız; ama, en kötü yönetim mekanizmasının bile, hiçbir kuralın kalmadığı, sadece kaba gücün, silahın, servetin hâkim olduğu ve bir sosyal ahırı hatırlatacak cinsten anarşik oluşlara da..