Fatma Benli: Mağdurlar bizi affetsin unutalım gitsin denemez



İNSAN HAKLARI KURULU ÜYESİ AV. FATMA BENLİ İLE 28 ŞUBAT’IN 16. YILINDA BİLANÇOYU KONUŞTUK


Av. Benli: 28 Şubat sürecinde 10 binden fazla kız öğrenci eğitim hakkından, 15 bine yakın memur işinden oldu. Sırf yasağı protesto ettiler diye ağırlaştırılmış müebbetle yargılandı insanlar. Hatanın tekrarlanmaması için failler cezalandırılmalı.


Belli bir toplumsal kesime yönelen ve son derece sistematik olarak işletilen 28 Şubat süreci, özellikle başörtülü kadınlara neye mal oldu?


Okulunu, işini bırakmak zorunda kalan kadınlar neler yaşadı, hayatları nasıl değişti?


Başörtüsü yasağı nedeniyle yüksek lisans eğitimini yarım bırakmak zorunda kalan, ardından avukat olarak hakları ihlal edilenlerin davalarına bakan, kadın hakları aktivisti Fatma Benli ile konuştuk.


Eylül 2012’den bu yana aralarında Prof. Serap Yazıcı, Prof. Şevket Hakyemez, Yılmaz Ensaroğlu, Ömer Vardan gibi isimlerin olduğu 10 kişilik Türkiye İnsan Hakları Kurulu’nun üyesi olan Benli, Uluslararası Hukukçular Birliği’nin Türkiye temsilcisi. Ayrıca Benli’nin adı Georgetown Üniversitesi’nin yayımladığı Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı listesinde yer alıyor.


28 Şubat’ın 16. sene-i devriyesi yaklaşıyor. Hatıranızdaki en baskın resim, ses, nida ya da duygu nedir o günlere dair?


Kalabalıklar… 28 Şubat’ın başlangıcında Kemal Alemdaroğlu İstanbul Üniversitesi rektörü olunca başörtüsü yasaklandı ve erkek öğrenciler de okula alınmadı. Bütün öğrenciler Beyazıt Meydanında toplanmıştı, çok kalabalıktı. Aklıma ilk gelen bu, ikincisi Ankara’ya yapılan “Beyaz Yürüyüş”,  öğrencilerin beyaz önlükler giymesi, yaşanan o sıkıntılar...


Bütün bu süreçten geriye kalan nedir?


Aynı anfide derse girenler dahil, daha önce birbirlerini tanımayan öğrenciler birdenbire yasak nedeniyle kapı dışında kalınca, aralarında inanılmaz bir dayanışma doğdu. Kapıda bekliyorsunuz, yapacak başka hiçbir şeyiniz yok, sıkıntılarınız var ve dertleşiyorsunuz.


BARİ PARA VERENLERİN ADRESİNİ SÖYLEYİN DE…


“Bu başörtülüler Türkiye’ye şeriat getirmek için dış mihraklarca besleniyor, örgütleniyor” gibi bir kanaat pompalanıyordu halbuki o günlerde?


Kendimden örnek vereyim. Yasak öncesinde İstanbul Hukuk’tan mezun oldum. 450 kişilik anfidesiniz ve sınıfta 10-12 kişi başörtülü. Ailesi İstanbul’da olan var, Kars’tan, Konya’dan gelen var. Herkes orada tanışıyor. Dışarıdan bakıp hayali düşmanlar yaratan ve buna inananlara o zaman da şöyle diyordum: “Madem para veriyorlar üstüne, verin bana adreslerini de gidip alalım birikmişlerimizi. Bari bir işe yarasın”. Bursları kesildiği için ciddi manada sorunlar yaşayan, bir iki gün de olsa, parkta kalmak zorunda kalan insanlar biliyorum.


Kız öğrenciler mi parkta kaldı?


Evet. Aileleri diyor ki, ya başını açacaksın ya döneceksin yoksa para vermem.


TEZİM BİTMİŞTİ AMA MEZUN OLAMADAN AYRILDIM


Siz yasakla karşılaşmadan mı bitirdiniz okulu?


Lisansımı okul yedincisi olarak sorun yaşamadan tamamladım -ki birincimiz ve dördüncümüz de başörtülüydü. Yasak zamanında Marmara Üniversitesinde yüksek lisans yapıyordum. O dönem rektör Ömer Faruk Batırel’di ve esnek davrandığı için Kemal Gürüz onu istifaya zorlamış, Üniversite senatosu da bunu protesto etmişti. Ben tezimi tamamlamıştım 200 küsur sayfa, sadece sunmam gerekiyordu, jürim falan belliydi. Girişte sorun olmasın diye sabah 6 gibi ve hakim bir arkadaşla gittim o gün okula. Ona rağmen güvenlik görevlileri “alamayız” dediler, “biz yakınlarımızı bile alamıyoruz, zaten biz alsak da kameralar tespit ediyor”. Ben de öğrenci olarak değil avukat olarak girdim içeri ama başörtümün üzerine peruk dahi takamadan ayrılmak zorunda kaldım okuldan. Psikolojim kaldırmadı.


Böylece öğrencilik hayatınız kesintiye mi uğradı?


Üstelik tezimi teslim etmeme rağmen yüksek lisansımı tamamlayamamış oldum. Aftan sonra döndüm ama şimdi bütün kaynakları yeniden taramak ve yazılmış tezimi yeniden yazmak zorundayım.


10 BİNDEN FAZLA KIZ ÖĞRENCİ OKULDAN AYRILDI


O dönemde yasaklar nedeniyle kaç kişi okulunu bırakmak zorunda kaldı, 28 Şubat’ın hak gaspı bilançosunu biliyor muyuz?


Başörtüsü yasağı nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kalan 10 binin üzerinde öğrenci var. Başını açmak zorunda kalanların sayılarını bilmek mümkün değil. Ayrılmak zorunda kalanlar disiplin cezası aldıkları için değil devamsızlıktan kaldılar okulda. Sanki okula alınmamış gibi değil de okula kendileri devam etmemişler gibi görünüyor. 2000 yılında üniversiteye giriş sınavlarında başörtüsü yasağı getirildi, 2010’a kadar da devam etti. Yasak nedeniyle engellenmemiş olsalar normal olarak okul kazanıp mezun olabilecekken eğitim imkanının dışında kalanların sayısını bilmek ise mümkün değil.


YASAK 10 MİLYONDAN FAZLA KADINI ETKİLEDİ


Tahmin yürütmek mümkün mü?


TESEV’in raporuna göre Türkiye’de kadınların yüzde 62’si başını örtüyor. Kimseye soramıyorsunuz yasak olmasaydı okula gidecek miydin diye ama bu ciddi bir oran. 2005 yılında CEDAW’da (Kadın­lara karşı her türlü ayrım­cı­lı­ğın önlenmesine ilişkin BM komitesi) Türkiye’ye bunu sordu: Başörtüsü yasakları nedeniyle Türkiye’de eğitime erişim hakkından geri kalan kişi sayısı nedir, diye. Türkiye bir çalışma yapamadı. 2011’de soru yeniden soruldu, bu kez eğitim çalışma ve siyasal yaşama katılımda bu ayrımcılıkla ilgili ne yapıldığının raporlaştırılması da istendi. Normalde 4 yılda bir istenir raporlar, bu kez raporun 2 yılda verilmesi istendi, hem bu yasak hem kadına şiddetle ilgili. 2012’de bir rapor hazırladı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Ama ben bu raporların tam sayıyı verebileceğine inanmıyorum çünkü yasakla bir şekilde karşılaşan kadın sayısı 10 milyonun elbette ki çok üzerinde.


BANKADA BİLE “BAŞINI AÇACAKSIN” DİYORLARDI


Engellenmenin farklı biçimleri olduğu için mi inanmıyorsunuz bu sayıya?


Elbette. Çocuğunun mezuniyet törenine gitmek istiyor mesela bir anne, gidemiyor. Hipodromdaki mezuniyet törenleri için bile yasak işletiliyordu. Başörtülüleri almayan özel cafelerin olduğunu iyi hatırlıyorum. Mesela İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampusu’nda bir banka memuresinin öğrenim harcı yatırmaya gelen öğrenciye “başını açacaksın” dediğini biliyorum.


TANIKLARI DAHİ ADLİYEYE ALMADILAR


İnanılır gibi değil!


O psikoloji herkesi etkiliyor. Bir yerde bir yasak olduğunda insanlara “bunu yapabilirsiniz, başörtülüleri almayabilirsiniz, zaten başörtülüler yanlış bir şey yapıyor çünkü” mesajı veriyorsunuz ve insanlar da kendi konumlarına göre kendileri yasak uyguluyorlar. Siyah başörtüsü var diye nüfus cüzdanı verilmedi insanlara. Sultanahmet Adliyesi’nde Başsavcı talimatıyla yüzü açık çarşaflılar tanık olsalar dahi içeri alınmıyorlardı. Belediyelere alınmadıkları oluyordu, bir müvekkilime “sen git eşin gelsin” demişlerdi. O kişiyi birey olarak kabul etmeyen ve oraya girmeye layık görmeyen bir bakış açısı var. Gördükleri duydukları bu tür muamelelerden dolayı “böyle bir şey yaşamayayım, boş yere psikolojim bozulmasın” diye yasağın işleyebileceği alanlardan geri çekilen kadın sayısı hiç az değildir. Dolayısıyla hayatının bir döneminde bir şekilde başörtüsü yasağıyla karşılaşmış insanları tespit edemezsiniz.


ARTIK BU YANLIŞI AYIBI HERKES GÖRÜYOR


1997’den bu yana Türkiye’de çok değişti ama başörtüsü yasakları açısından ne değişti?


Şu an insanların zihninde, başörtüsü nedeniyle kadınların haklarının kısıtlanmasının yanlış olduğu düşüncesi var. 28 Şubat döneminde yasak işletilirken bunu normal addeden insanlar şu an bunun anormal olduğu anlaşılmış durumda, çünkü yasak kalktı. Yasak kalkınca gerginlik de ortadan kalktı.


KAMUDA SIKINTI OLMAYACAĞI DA ANLAŞILDI


Ve kimsenin sahiplenmediği kocaman bir ayıp kaldı…


Evet. Dün yasağı normal gördüklerini bile kabul etmiyor çoğu. Şimdi kimse fark etmiyor arkadaşının başörtülü olup olmadığını. Şimdi üniversitelerde bir normalleşme var ama siyasette ve çalışma hayatında değişim yok. Eğitim-Sen’in kamuda başörtüsü serbestîsi için 10 milyon imza kampanyasında da, daha önce yapılan çalışmalarda da görülüyor ki insanlar çalışma hayatında bunun sıkıntı oluşturabileceğini düşünmüyorlar. Önemli olan hizmetin gerekleridir. Saçınızın görülüp görülmemesi hizmetin niteliğini değiştirmiyorsa başörtüsü yasağının anlamı yoktur. Kamuda yasakladığınızda, yasak özel sektörde katmerleşiyor. 2010’da Dilek Cündioğlu’nun TESEV’e hazırladığı çalışma ortaya koydu ki, özel sektörde bu defa imaj giriyor devreye ve başörtülü kadını tercih edilmiyor. Etse bile daha çok arka odalarda ve düşük ücretle istihdam ediyor. Bu durum halen devam ediyor ama çok belirgin, dün olduğu gibi gözümüze sokarcasına değil.


OTOBÜSTEN İNDİRİLENLER, REZERVASYONU İPTAL EDİLENLER


Özel sektörde neler oluyor, örnekler misiniz?


Dün, başörtülü olduğu için otobüslerden indirilen, otel rezervasyonu iptal edilen, başörtülü olduğu için “ay hijyenik değil” diye oyuncak üreten özel bir fabrikadan geri çevrilen kadınlar vardı. Yüzlerce örnek var böyle, 1964-2011 arasını tarayan başörtüsü ayrımcılığıyla ilgili bir kronoloji çalışmamız var. Şimdi ayrımcılık kısmen azaldı ama yok olmadı. Mesela Taksim’de özel bir stilistlik kursunu gitmek istiyor kişi, parasını verip eğitim alacak ama başkalarına işletilmeyen gerekçelerle geri çevriliyor. Bir süreç var olumlu yönde işleyen ama hala insanların kıyafetleri nedeniyle ayrımcılığa uğramaması gerektiği algısını tam olarak yerleştirebilmiş değiliz. Bu tüm Türkiye’ye enerji ve zaman kaybettiriyor.


FARKLILIKLARA KARŞI ÖNYARGI VAR


Başörtülüler dışında kıyafetleri dolaysıyla Türkiye’de ayrımcılığa uğrayan başkaları da var mı? 


Giyim tarzı değil ama maalesef farklılıklara karşı önyargılarımız var toplum olarak. Kıyafet gibi gizlenemez bir durum olmadığından, kişi de kendini kimliğini ortaya koymazsa ayrımcılığa uğrayıp uğramadığı tespit edilemiyor. Ama başörtüsü böyle değil. Aynı inançtaki erkekler engellenmiyor ya da engellense de vazgeçiş kolay oluyor, sakalı kesiyor, gümüş yüzüğü çıkarıyor ve yoluna devam ediyor. Başörtüsünü kamufle etmen mümkün değil.


500 DAVA KAYBETTİM ÇÜNKÜ…


Hakkı gasp edilen, ayrımcılığa, hakarete, psikolojik işkenceye maruz kalan kadınlar peyderpey davalar açtılar. İşin yargı boyutunda durum nedir? 


Yasak yayıldıkça önce İstanbul sonra Edirne ve Konya İdare Mahkemesi’nde 1000’nin üzerinde dava açıldı. Bu davaların 500’e yakınını ben kaybettim.


Nasıl yani!


Şöyle: Georgetown Üniversitesi’nin hazırladığı “En etkili 500 Müslüman” listesinde adım geçiyor ama öbür yandan da en çok dava kaybeden avukat olarak tarihe geçecektim neredeyse. Bir avukatın bu kadar çok dava açması normaldir ama bu kadar haklı olunan ve bu kadar çok çaba verilen bir davada ve bu kadar uzun bir süre de -12 yıl boyunca- dava kaybetmesi normal bir olay değildir. Ama bu, süreçle ilgiliydi. Yüzde yüz eminim, o davaları şimdi ya da 98’den önce açsaydım kazanırdım. 98’ten önce yasak uygulayan memurlara ceza veren en az 10 tane karar var elimde çünkü. 98 süreci malum, hakimler savcılar dahil herkese üst düzey askerlerce brifingler verildi ama en büyük baskı yargıçlara yapıldı.


ANAYASAYA, YASAYA RAĞMEN YASAKLADILAR


Neden en büyük baskı onlara?


Eğer o davalar en başta olumlu sonuçlansaydı başörtüsü yasakları bu kadar uzun sürmeyecekti. İstanbul Üniversitesi genelge yayınladığında ve dava açıldığında İstanbul 6. İdare Mahkemesi önce yürütmeyi durdurma kararı verdi. Çünkü hukuki mevzuatımız nettir. Anayasa başörtüsünü yasaklamaz. Anayasa der ki: “Temel bir hak ancak ve sadece kanunla sınırlandırılabilir”. Kanun zaten “yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” diyor.


“EŞİNİZ ÇAĞDIŞI KIYAFETİ BENİMSEDİĞİ İÇİN…”


Yasak yönetmelikler eliyle işletilmedi mi zaten?


Ama işte yönetmeliklerle temel bir hak kısıtlanamaz. İstanbul 6. İdare Mahkemesi de 3/2’yle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Lakin o iki hâkim hakkında hemen soruşturma açıldı! Akabinde dosya başka hâkimlere verildi, üst mahkeme kararı bozdu ve aynı daire genelgeyle hak kısıtlamayı hukuka uygun buldu! Edirne’de de benzer bir süreç yaşandı. Trakya Üniversitesi de çok katı olarak uyguluyordu yasağı, üstelik rektörlüğün genelgesi bile olmadan. Yürütmeyi durdurma kararı veren bütün hâkimler sürüldüler. Samsun İdare Mahkemesi’nde tazminata hükmetti mahkeme, öğrencinin okula alınmaması maddi manevi kayba yol açıyor diye. Ama o kararı veren hâkimler aleyhine soruşturma açıldı, hatta 5 hâkim hakkında eşleri başörtülü diye soruşturma açıldı! Daha da ilginç olan, içlerinden birinin kadın olmasıydı!


Soruşturma gerekçesinde bu mu yazılıydı; “eşinizin başörtülü olması dolayısıyla” öyle mi?


Aynen böyle yazılıydı. Arzu edene gönderebilirim. İstanbul’da bir bölge, bir vergi mahkemesi hâkimine açılan soruşturma yazısının birinde şöyle deniyor: “Eşinizin çağdışı bir kıyafeti benimsediği bildirilmiştir, buna ilişkin savunmanız…” Diğeri daha vahim, demek ki eşi, belki de bu nedenle kıyafetini değiştirmiş: “Eşinizin yakın zamana kadar çağdışı kıyafeti benimsediği, ayrıca odanızda ilahi dinlediğiniz…”


HEM BÇG, HEM MGK, HEM YÖK İHBAR MEKTUBU GÖNDERDİ


İnanılır gibi değil!


Hâkim olduğunuzu düşünün, böyle bir soruşturma geçiriyorsunuz, çoluk çocuğunuz o şehirde okuyor ve pat diye başka bir yere sürülüyorsunuz. Bunları yaşadıktan veya yaşayanları gördükten sonra başörtülü bir öğrenci lehine karar verebilmeniz ne kadar mümkün olur? Benim öğrenci bir müvekkilimin ismi sınav listesinden silindi, sınava başörtülü gelecek diye. Ama daha sınav olmamış, öğrencinin gelip gelmeyeceği belli değil! Bir ihtimale dayanarak hakkı gasp edildi ve mahkeme bunu bile hukuka uygun buldu! Öğrencilerin okula alınmaması maddi manevi hak gaspına yol açtığı için savcıların doğrudan dava açma yetkisi var. TCK düzenliyor bunu. Van’da savcı yasayı öngörerek dava açtı, hakim iddianameyi kabul etti ama savcı hakkında hem BÇG, hem MGK hem YÖK ihbar mektupları gönderdiler, savcı soruşturma geçirdi, başsavcı olduğu halde İstanbul’a düz savcı olarak atandı ve emekli olmak zorunda kaldı. Dolayısıyla bu süreç içinde açılan bütün davaların hepsi reddedildi.


Bunun mağdurlara yansıması nasıl oldu? 


Fransa’da ilköğretim öğrencilerinin okula başörtüsüyle gittiği ve yasaklandığı bir dönemdi ve AİHM’de de reddedilince, insanlar artık dava açmayı tercih etmez oldular. Yasalara ve anayasaya göre haklısınız, hukuka inanıyorsunuz ama davayı kaybediyorsunuz, masraf yapıyorsunuz ve gidebileceğiniz bir yer yok.


KEMAL ALEMDAROĞLU “SERBESTTİR” YAZAN SAYFAYI YIRTTIRDI


Hukuken bu kadar haklıyken haksız duruma düşmek de çok haksız bir şey!


İlginç bir şey anlatayım size: İstanbul Üniversitesi’nin 1997’de Yüksek Öğretim Kurumu adında bir yayını vardı 3 bin sayfalık. Bu kitapta yasalar yönetmelikler yani mevzuat var. Kemal Alemdaroğlu göreve gelince Üniversitenin Basımevinden çıkan ve depoda olan nüshalarından kılık kıyafet serbestisini içeren “Yüksek Öğretim Ek 17. Madde”nin bulunduğu 289. sayfayı yırttırdı! Ek15 var, 16 var, sonra 18 var, 17 yok. Bir kanun maddesi yürürlüğe girerken de yürürlükten kalkarken de Resmi Gazete’de yayınlanır. Bir rektör düşünün, kendini o kadar güçlü hissediyor ki yürürlükteki kanun maddesini fiilen kaldırdığı gibi kanun kitabından da yırttırıyor.  


YILMADIK, MÜCADELE ETTİK


Haklar gibi hak arama yollarının da bu derece ihlal edilmesi, gidilecek kapı olmaması sizi mağdurları nasıl etkiledi?



Başka bir konu olsaydı hukuka güveniniz kalmazdı. Hukuk yok derdiniz, çünkü fiili olarak hukuk yok, uygulaması yok. Ama bende böyle ezici bir duruma sebebiyet vermedi. Mücadeleden başka çareniz yok. Türkiye’de davaları kaybettik AİHM’e gittik. AİHM’de kaybettik BM’ye gittik. CEDAW’dan din özgürlüğü açısından güzel bir karar çıktı.


TIB SON SINIFTA OKULU BIRAKANLAR OLDU


Müvekkilleriniz açısından hayat aynen devam etmedi ama?


Üç şık vardı, ya kalıp bekleyecektiniz, ya evinize dönecektiniz ya da başınızı açıp devam edecektiniz. Üçüncü şık psikolojik olarak çok yıpratan bir süreçti. Kendiniz başınızı açsanız belki çok şey olmaz, kendinizi buna hazırlarsınız ama üniversite rektörü istediğinde travması ağır. Okula devam edebilmek için başını açan ama bu sefer de okula duyduğu soğukluk yüzünden okula gitmeyenleri biliyorum ya da artık takamadıkları başörtülerini yastıklarının altına koyup uyuyanları. Başını açmayıp memleketlerine dönenler başka bir sıkıntıyı yaşadılar. Düşünün Kayseri’den ya da Adana’dan gelmişsiniz, ailenizin umudusunuz. O dönem üniversiteyi kazanmak da çok kolay değildi çünkü şuan ki kadar çok üniversite yoktu. Ve herkes size o mesleği yapacak, para kazanıp ailesine yardım edecek gözüyle bakıyor. O yüzden sanılandan çok daha fazla aile baskı oldu. Bunu ailenize, akrabalarınıza, komşularınıza anlatmak kolay değil. Tıbbı son sınıftan bırakan müvekkillerim var, onların durumları daha zordu.


KIZLAR VİYANA’YA GİDEMESİN DİYE HARÇ ÇIKARDILAR


Yurtdışına çıkanlar da oldu?


O dönem Avusturya öğrenim harcı almıyordu, en çok oraya gidildi ama YÖK buradaki Avusturyalı öğrencilerden harç almaya başlayınca mütekabiliyet ilkesi gereği onlar da bizimkilerden almaya başladı. Onlardan harç istenmesinin tek sebebi başörtülü öğrencilerin orada okumasının önüne geçmekti. Ve hayli zorlandı oraya giden öğrenciler. Mezunların denkliklerini YÖK uzun süre kabul etmedi. Bütün dünyada doktorluk yapabildiler ama Türkiye’de yapamadılar. Şimdi yıllar sonra afla okula dönebiliyorsunuz ama hayatınız hele de bambaşka bir yerden akmışsa, geçen zamanı, kayıpları telafi etmek ne kadar mümkün?


DİNDAR ERKEKLER NEREDE?


Yasak başladığında kadınların yanında olan dindar erkeklerin zaman içinde ortadan kaybolması tartışması var malum, gözleminiz ne?


Başörtüsü yasağı çok uzun süre devam etti ve hayatın her alanında vardı, çok fazla insanı etkiledi dolayısıyla herkesin tavrı ve tarzı farklı oldu. Bu hepimizin bireysel imtihanı ve herkes o imtihan karşısında farklı davrandı. Başörtülülerin yanında olan da oldu, olmayan da. Ama daha fazla destek vermesi gerekirken yapmayanlar çok fazla oldu. Ya da sözlü olarak arkanızdayım diyen ama fiilen olmayan. Çünkü gerçekten, yaşamadan fark etmiyorsunuz ve bunu erkekler yaşamadılar, kadınlar yaşadı. Düşünün benim 95 müvekkilim var, haklarında ceza davası açılan! Memurluktan çıkarılmaktan falan bahsetmiyorum, adi bir suçluymuş gibi haklarında ceza davası açıldı sırf başörtülüler diye


CEZA DAVASINDAN YARGILANAN MEMURLAR VAR


Kamu düzeni bozmak falan mı gerekçesi?


2002 yılında İstanbul Valisi Erol Çakır, memurların başlarının açık olmasına dair bir yazı yayınladı. Ki o zamana kadar 16-18 sene başörtülü çalışan memurlar vardı. Bazı yerlerde öğretmenler, sağlık çalışanları vardı. Bu genelgeyi gerekçe gösterip, TCK’daki yetkili amirin verdiği göreve riayetsizlik maddesi doğrultusunda önce adli soruşturma, sonra ceza davaları açıldı. Aslında ceza mantığında ceza hukukuna göre davanın açılmaması lazım. Ama o dönemde memurları çıkarma süreci uzun sürdüğü için - disiplin kurulundan atılmaları bir buçuk yıl sürüyordu- istifa ettirebilmek için haklarında ceza davaları açtılar. Benim müvekkillerimin hepsi beraat etti, bir iki farklı mahkeme mahkumiyet verdi ama kimse hapis yatmadı. Düşünün 95 öğretmen doktor hemşire, sadece başörtülü oldukları için ifade verdi. Resmi anlamda 3 bin beş yüz memur işinden edildi. İstifa eden 10 binin üzerindedir. Onlara iş bulunabilirdi. Yol parasına dahi ihtiyacı olan müvekkillerim oldu, kimse yardımcı olalım iş verelim” demedi. Bunu yaşayanların canı hala yanar bu konuda. 


MAĞDURLAR BİZİ AFFETSİN UNUTALIM GİTSİN DENEMEZ


12 Eylül’ü savunan azdır ama 28 Şubat darbesini de ciddiye alan azdır, özellikle süreçte aktif rol alanlar ya da aynı anlayışta olanlar arasında. 28 Şubat azımsanıyor, “ne oldu ki, kaç kişi hapse girdi ki, kim işkence gördü ki, öpüşelim barışalım olsun bitsin” deniyor. Mümkün mü bu, 28 Şubat mağdurları kendilerine bunu yapanları affediyor mu?


Böyle diyenler o yasakların insanların üzerindeki etkisini fazla hafife alıyor. Elele Davasında (1998’de “İnanca Saygı, Düşünceye Özgürlük İçin Bütün Türkiye Elele” sloganıyla başörtüsü yasağını protesto eylemi) 33 kişi hakkında –ki bunların 29’u tıp öğrencisiydi, ağırlaştırılmış müebbet istendi. Ne yapmıştı bu insanlar, sadece elele tutuşmuşlardı ve beş sene sürdü dava. Hüda Kaya’nın 17 yaşındaki kızı için ağırlaştırılmış müebbet istendi, sadece Malatya’da protesto gösterisine katıldığı için. Adının yazılı olduğu sınava girdiği için polis zoruyla dışarı çıkarıldı ve bu arada ikiz bebeklerinden birini düşürdü Canan Bezirgan. Bunları yaşamış insanlara, 28 Şubat’ın faillerini affet demek doğru değil. Bu işi kan davasına çevirmek doğru değil ama biri bir yanlış yaparsa bedelini de ödemeli. Bu neden önemli, yarın bir başkası aynı yanlışı bir daha yapmasın diye ve bu sadece başörtülü kadınlarla ilgili bir durum değil.


DÖNEMİN VE FAİLLERİN YARGILANMASI ÇOK ÖNEMLİ


28 Şubat Davası’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?


Henüz bir şey söyleyebilmek mümkün değil ama soruşturmanın açılmış olması bile tek başına çok değerli. Müvekkillerim gelip diyor ki “bu yasaklar nedeniyle okulumu bıraktım, arkadaşlarım mezun oldu, şuralara geldiler, bense şunları yaşadım”. Sadece maddi anlamda da değil ama bunu yaşayanlara bir lira da olsa tazminat ödenmesi gerekiyor, en azından “senin yaşadığın haksızlığı gördüm” diyebilmek için. Zaman aşımı nedeniyle dava açamıyorsunuz ama en azından canını yakan sistem ve insanlarla ilgili dava açıldı, sen de müdahil ol, şikâyetlerini ilet diyebiliyorsunuz. Bir ayrımcılığı ortadan kaldırmak istiyorsanız önce onu görünür kılmalısınız yoksa düzeltmezsiniz çünkü o zaman hata yok gibi kabul ediliyor.


Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu da insanları dinledi, belge bilgi topladı. 28 Şubat alt komisyonunda sizi de dinlediler hatta?


28 Şubat ciddi bir toplumsal mühendislik çalışması içerdiği için, çok fazla insanı etkiledi ve farklı alanları kapsıyor -25 batık banka var. Tek korkum, çok fazla insanla görüşüldüğü için konuyu dağıtıyor mu, daha somut gidilebilir mi idi ama ben yine de bir bütün olarak bu çalışmaları yanlış algıyı değiştirmek için çok önemsiyorum ama devamını da getirmek lazım.


BAŞÖRTÜLÜLERLE EŞİT OLMAYI KABUL EDEMİYORLAR

Darbe girişimlerini soruşturan davaların, bunca saçma sapan şeyi yapanlardan hesap sorulsun diyenlerin intikam duygusuyla hareket ettiğine inananlar var. Hala kendini tedirgin hisseden ve etrafta, Nişantaşı cafelerinde başörtülü görmek istemeyenler bile var. Gülriz Sururi gibi yaş almış bazı isimler teyakkuzda mesela bu aralar?
Bir Kızılderili atasözü var, başkası hakkında hüküm vermeden önce onların makosenlerini giyip yürü diye. Başörtülüler her yerde diyenlerin daha önce başörtülülerle bir arada bulunmamışlar, bulundukları yerlerin sadece kendilerine ait olduğunu sanıyorlar. Bir başkası orada bulunduğunda da sanki hakkı gasp ediliyormuş gibi hissediyor. Halbuki bir de kendisini o dışladıklarının yerine koysun? Halk plaja hücum etti, vatandaş denize giremiyor durumu bu.

Arkasında ne var bunun?

Seçkinci elitlerimizin 1998’den bu yana hissettikleri pastanın paylaşılması. Daha önce hiç efor sarf etmeden her şeye sahiplerdi. Sonra bir gün baktılar ki etraflarına, Türkiye’de kentleşme süreci yaşanmış, hayat değişmiş, köylü diye beğenmedikleri insanların çocukları üniversite bitirmiş, çalışmaya ve eşit şartlarda taleplerde bulunmaya başlamışlar. Onlar da bunu tehdit olarak algılamaya başladılar. Sıkıntı sınıfsal… Almanya’da yüksek lisans yapan bir avukat arkadaşım bir büroya mülakata gitti. Ki CV’sini önceden gönderiyor, telefonda konuşuyorlar falan. Büro sahibi arkadaşımı görünce oturtmuyor bile ve “yanlış anlamayın benim hizmetçim de başörtülü” gibi cümleler kuruyor. Bu algıya sahip biri, benim eşitim başörtülü olamaz diye düşünüyor ve başörtülüleri bir yerde görünce de buraya da geldiler diyor.

“O AYDIN DEĞİL ÇÜNKÜ SADECE ELLERİ VE YÜZÜ GÖRÜNÜYOR”

Kızıyor musunuz, gülüyor musunuz, acıyor musunuz, ne düşünüyorsunuz bunları görünce?

Bana çok acınası geliyor. Beni sevmeyebilir eleştirebilir yetersiz bulabilirler ama sırf başörtülüyüm diye kendilerini benden üstün görmeleri kendi zayıflıklarıdır. Bence yaşça da büyük bir hanım avukatla bir röportajdaydık, aynı sorulara peş peşe cevaplar veriyorduk ve bu bir anlamda kıyaslama imkânı veriyordu. Bir noktadan sonra, cevap veremeyince durdu ve “Ben Fatma Hanımın aydın biri olduğuna inanmıyorum, sadece elleri ve yüzü görünüyor” dedi.

(Dayanamayıp gülüyorum)Komikmiş.
Çünkü bu komik! Benim annem ilkokul mezunu ve ondan daha aydın çünkü insanlar arasında kılık kıyafetleri nedeniyle hiyerarşi oluşamayacağını bilir. Bu gibi nedenlerle kendinde üstünlük vehmedenler aslında kendilerini geliştirmeyerek de geri kalıyorlar.

BU KARİYERİN BANA DÖNÜŞÜ OLUMLU DEĞİL

Öğrenciliğinizden beri başörtüsü yasaklarıyla önce amatör sonra bir “profesyonel” olarak mücadele ettiniz, davalara baktınız, AKDER’de başörtüsü ayrımcılığıyla ilgili çalıştınız. Haziran 2012’den beri de 10 kişiden oluşan Türkiye İnsan Hakları Kurulu’ndasınız. Yasaklar nedeniyle bir şekilde bir “kariyer” yapmış oldunuz! Bunun sizdeki karşılığı nedir?


Valla çok olumlu bir şey değil çünkü çalıştığınız alan hem başörtüsü ihlalleri hem kadın hakları ve bu alanda çalışmak zor. Aynı zamanda Uluslararası Hukukçular Birliği’nin Türkiye temsilcisiyim, kadın örgütlerinde belli bir yerim var. Ama sonuçta ben avukatım, kendime ait bir bürom var ve insanlar bu kadar yoğun biri benim davama bakamaz diye düşünüyor. Erkek olsaydım böyle bir kariyerin olumlu taraflarını görebilirdim belki. Ama yapılan işin doğru olduğuna inanmak manevi olarak olumlu etkiliyor.