Fazıl Say davasında hükmümdür

Araya başka mevzular girdi, o yüzden biraz gecikerek yazıyorum Fazıl Say’ın meşhur davasına dair ne düşündüğümü.

Evvela şunla başlayalım: Say’ın “dünyaca ünlü sanatçı” olmasının konuyla hiçbir ilgisi yoktur. Sanatçılar da suç işler ve ceza görürler. İyi bir sanatçı olmanın insanı daha demokrat veya insancıl yapacağını sanmak da yanlıştır. Hitler’in de sanatçıları vardı Stalin’in de.

Ardından da şunu tespit edelim: Fazıl Say davası, bir “dine hakaret” davası değildir aslında; “dindarlara hakaret” davasıdır. Çünkü ilgili kanun maddesi (TCK 216), “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama”yı suç kılmaktadır. Yani, söz konusu değerleri ancak “halkın bir kesimi” tarafından benimsendiği için korumaktadır. (Oysa her din, toplumdaki hiçbir kesim tarafından benimsenmese de, kendi içinde kutsaldır.)

Buradaki nüans önemli olmasına rağmen ya önyargısal reflekslerle ya da kasten atlandı. Bilhassa dünya medyasında olay bir “blasphemy” (kutsala hakaret) davası gibi yansıtıldı ve bu da Türkiye’nin bir “teokrasi”ye dönüşmekte olduğuna yoruldu.  

Sünniler ve diğerleri

Bu çarpıtmayı yapanlar, söz konusu kanun maddesinin sadece “Sünni İslam”a değil, Ermeniler’e, Yahudiler’e veya Aleviler’e yapılan kimi hakaretleri cezalandırdığını da görmezden geldiler. (‘Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez, köpekler girebilir’ diye tabela asan bir dernek yöneticisi yine TCK 216’dan mahkum olmuştu 2009’da. ‘Burada çok Alevi var, bunlar tehlikeli insanlardır... Onlardan her türlü kötülük gelebilir’ diyen bir memura geçenlerde yine aynı maddeden ceza verildi.)

Fazıl Say’ı mahkum eden de, asıl olarak, bu örneklere benzer şekilde kullandığı “nefret söylemi”dir. Çünkü, hakikaten de, şu cümlenin başka türlü yorumlanması mümkün değildir:

Bilmem fark ettiniz mi nerde yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı.”

Bu realite karşısında mırın kırın eden bazı yorumcular “iyi ama nefret söylemi sadece azınlıklara yöneltildiğinde cezalandırılmalı” dediler ki, son derece anlamsız bir “ayrımcılık”tı bu. “Azınlıklara hakaret edilemez, ama çoğunluğa atış serbesttir” gibi saçma sapan bir sonuca çıkıyordu.

Gerçekte ise eğer azınlıkları aşağılamak “nefretsuçu” ise, Sünni çoğunluğu aşağılamak da elbette “nefret suçu”dur.

Şiddet şartı

Velhasıl, Fazıl Say’ın mahkumiyeti doğru mudur bence? Bunu mu söylemeye çalışıyorum?

Hayır, bunu söylemeye çalışmıyorum. Çünkü “nefret suçu” çıtasının bu kadar düşük olmasına ilke gereği karşıyım.

Çünkü bence ırkçılık, anti-Semitizm, İslamofobi gibi tutumlar çok çirkin, çok rezil tutumlardır, ama tek başlarına suç olamazlar. Suça dönüşmeleri için şiddete teşvik unsurunu da içermeleri gerekir.

Yani sadece bir grup hakkında atıp-tutmak değil, “vurun bunları, yaşatmayın buralarda” gibi tahrikler icab eder suç oluşması için. (TCK 216 da AB reformları çerçevesinde bu kritere kısmen de olsa yaklaşmış, ‘kamu barışını bozmaya elverişlilik’ gibi bir şart getirmiş durumda.)

Oysa Fazıl Say’ın sözlerinde böyle bir şiddet teşviki yoktur. Bu yüzden de bu sözler bence suç teşkil etmez, etmemelidir.

Buna mukabil aynı sözler, kabalık, nezaketsizlik, hatta terbiyesizlik ve dahası İslamofobi teşkil eder ki, mahkeme kararlarıyla tedavi edilemeyecek ahlâki ve felsefi sorunlardır bunlar.

Ve ne yazık ki, sadece dünyaca ünlü piyanistimizin “tweet”lerinde değil, onunla aynı fabrika ayarlarına sahip daha milyonlarca vatandaşımızın söz ve eylemlerinde sıkça tezahür etmektedirler.