Fazýl Say, ünlü birisi. Sadece uluslararasý çapta bir piyanist deðil, ayný zamanda ulusal çapta bir Kemalist. Din özgürlüðüne karþý çýkan, baþörtülüleri küçümseyen, “arabeskçi”leri aþaðýlayan elitist tavrýn temsilcisi. Yaptýðý müziði beðensem de fikirlerini beðenmediðim, sanýrým bu köþeyi izleyen herkesçe tahmin edilebilir.
Ancak Fazýl Say þu arada fikirlerinden dolayý deðil, hakkýnda açýlan “dini deðerleri aþaðýlama” davasý nedeniyle gündemimizde. Hem de sadece bizim deðil, dünyanýn da dilinde. Bir dizi Batýlý yayýn, Say’ýn “Ýslam’a hakaret”ten yargýlanmasýný haber yaptý. Ve bunu Türkiye’nin giderek “Ýslamlaþtýrýlmasý”nýn yeni bir alameti olarak yorumladý.
Peki Say’ýn yargýlanmasýnýn anlamý gerçekten bu mu? Ve bu yargýlama ilkesel anlamda doðru mu?
Ýlk sorudan baþlayayým. Açýkçasý, Say’ýn yargýlanmasýný Türkiye’deki “dinci iktidar”a baðlamak zor, çünkü yargýlamaya konu olan “dini deðerleri aþaðýlama” suçu, AK Parti iktidarýnýn icadý deðil. Türk Ceza Kanunu’nda onyýllardýr var olan bir hüküm.
Hatta AK Parti döneminde bu hüküm yumuþatýldý bile aslýnda. Sedat Ergin’in de dünkü Hürriyet’te yazdýðý gibi, 2005 yýlýnda yapýlan ceza kanunu reformu, önceden de var olan “halkýn bir kesiminin benimsediði dinî deðerleri alenen aþaðýlama” suçuna ilave bir þart getirmiþti: “Fiilin kamu barýþýný bozmaya elveriþli olmasý.”
Nitekim Say’ý suçlayan savcý da, “fiilin kamu barýþýný bozmaya elveriþli olduðunu” savunuyor. Bana pek ikna edici gelmese de...
Ceza mý, boykot mu?
Ýþin TCK kýsmýný þimdilik hakimlere býrakalým ve gelelim ikinci soruya. Yani, ilkesel düzeydeki, “dini deðerleri aþaðýlamak cezalandýrýlmalý mý” sorusuna.
Çoðu dindarýn bu soruya “elbette” cevabýný vermesi, anlaþýlýr bir durumdur. Onlarý bu cevaba götürecek olan hisler ise, benim de paylaþtýðým hislerdir.
Ancak yine bu sütunda yayýnlanan “Ýslam’la Alay Edenlere Ne Yapalým?” (23 Þubat 2011) baþlýklý yazýmda savunduðum gibi, alay ve hakaret karþýsýndaki doðru dindar tutum, “cezalandýrma” yerine “boykot” da olabilir. (Kur’an’ý Kerim’in “Allah’ýn ayetlerinin inkar edildiðini ve onlarla alay edildiðini iþittiðiniz zaman, baþka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayýn” hükmü uyarýnca.)
Bu durumda, Fazýl Say gibi þahýslarýn dinle alay eden Twitter mesajlarý karþýsýnda benim bir Müslüman olarak yapmam gereken, bu þahýslarý “block” veya “unfollow” etmekten ibarettir. (Yani, Twitter alemi içinde, “onlarla oturmamak”týr.)
Dolayýsýyla da, Ahmet Kekeç’in dünkü Star yazýsýnda savunduðu “Her boþboðazlýk yapaný içeri týkamazsýnýz” görüþüne katýlýr, Fazýl Say’ýn yargýlanmamasý gerektiðini savunabilirim.
‘Hakaret’ suçu
Ancak burada meseleyi karmaþýklaþtýran tek bir faktör var: “Hakaret”in, Batý’dan farklý olarak, bizim kültürümüzde kesin bir “suç” sayýlmasý.
Türk Ceza Kanunu’nda sadece “dini deðerler”in deðil, Türkiye Cumhuriyeti’nden Atatürk’e kadar nice “laik deðer”in de hakaretten korunmasý, bu yüzden. Ayný þekilde, Türkiye’de þahýslara yönelik tahkir de, yine Batý’dan farklý olarak, ceza konusu oluyor.
Kültürün niteliði bu iken, baþka her þeye hakaretin yasak, sadece dine hakaretin serbest olmasýný savunmak tutarlý olmaz. (Kaldý ki, bir Müslüman olarak beni en çok rencide edecek hakaret, þahsýma deðil, Allah’a ve dine yapýlacak olandýr.)
Dolayýsýyla, neyin “hakaret suçu” sayýlýp sayýlmayacaðýný bir bütün olarak tartýþmak lazým. Fikir özgürlüðünü koruyarak ve geniþleterek, elbette...