Bu topraklar üzerinde bin senedir Müslüman bir millet yaþýyor ama Ýslam kimliði üzerinde hâlâ olmadýk derecede tartýþma ve çekiþme yürüyor. Bu tuhaflýðýn temelinde þu var muhtemelen: Özellikle 18. yüzyýldan itibaren Türk toplumunun seçkinleri özgüven eksikliði yaþamaya baþladýlar. Çünkü Osmanlý’nýn zaferlerle, baþarýlarla dolu þanlý günleri geride kalmýþ, Hýristiyan Batý dünyasý ekonomik, askeri ve kültürel yönlerden bizi fersah fersah geçmiþti. Ýþte bu sýrada sosyolojiden, ekonomiden, özellikle de tarih felsefesinden habersiz olduklarý için batý karþýsýnda geri kalmýþlýðýmýzýn sebebinin milletin inançlarý olduðunu düþünen bir aydýnlar zümresi ortaya çýktý. Ziya Paþa’nýn “Ýslâm imiþ devlete pâ-bend-i terakki/ Evvel yoð idi iþbu rivayet yeni çýktý” diye eleþtirdiði anlayýþýn sahipleri dinin toplum üzerindeki etkisini ortadan kaldýrmak için özellikle Cumhuriyetin ilk döneminde ellerine fýrsat geçtiðini düþündüler.
Diðer yandan, Osmanlýnýn son günlerine gelindiðinde dinî kurumlarýn büyük ölçüde dejenere olduðunu, toplumdaki din anlayýþýnýn yozlaþtýðýný, hurafelerin dinin yerine geçirildiðini görerek “dinin özüne dönmek” için bunlarýn ortadan kaldýrýlmasý gerektiðini düþünen bir bölüm aydýn da Cumhuriyetin kurucu kadrosunun “laikleþtirme” politikalarýna iyi niyetle destek verdi. Ama bu apayrý bir konu...
Her neyse, neticede leðendeki kirli suyla beraber içindeki bebeðin de sokaða atýlmaya kalkýþýldýðý bir dönem yaþandý. Dini tezahürler toplum hayatýndan adeta kazýnmaya çalýþýldý. O dönemin toplumun bütün kesimlerine yaþattýðý travmanýn etkileri aþaðý yukarý -Türkiye’nin iç göçle beraber sosyolojik bir transformasyon içine girdiði- 1980’lere kadar devam etti.
1980’lerden bahsetmiþken o günlerden bir aný... Romanlardaki, filmlerdeki din adamý karakterlerinin kan içici canavar gibi resmedilmesi sol aydýnlar için öylesine “standart” anlamý kazanmýþtý ki mesela bir romanýnda din adamý karakterine kötü adam rolü vermediði için Tarýk Buðra edebiyat cemaatinden aforoz edilmek istendi. Eleþtirmen Fethi Naci, hiç unutmuyorum, 1980’lerin baþlarýnda Tarýk Buðra’ya Kültür Bakanlýðý Ödülü verildiðinde buna itiraz etmiþ; “Buðra bu ödülü alabilecek bir romancý elbette ama devletin bir kurumu tarafýndan bir Ýslamcý yazara ödül verilmesi doðru deðil” mealinde bir þeyler yazmýþtý. Tarýk Buðra ne o günün ne de bugünün anlayýþýyla Ýslamcý diye nitelenebilecek fikir çizgisinde olan bir yazarýmýz deðil, ama sadece romanýndaki din adamý karakteri þablona yeterince uymuyor diye Ýslamcý ilan ediliyordu. Üstelik olayýn kahramaný Fethi Naci Kemalist deðil, Marksist’ti. Ama dindarlara yaklaþýmlarýnda fark yoktu ikisinin de.
Nitekim bugün de o bayraðý bazý liberaller devralmýþ bulunuyorlar. Liberal sol aydýnlarýn Fazýl Say olayýna yaklaþýmlarý toplumdaki hassasiyetleri örselemek bakýmýndan Kemalist söylemden geri kalmýyor. Mesela “Hayyam’ýn dizelerini paylaþtýðý için ceza alan Fazýl Say...” diye bahsediyorlar konudan. Oysa inançlý insanlarýn tepkisine yol açan “Nerde yavþak adi magazinci hýrsýz þaklaban varsa hepsi allahçý” gibi ifadeler Hayyam’ýn dizeleri arasýnda yer almýyor bildiðim kadarýyla.
Þimdi soru þu: Fazýl Say’a bu rencide edici ifadeleri kullandýðý için mahkeme tarafýndan verilen ceza doðru mu, yerinde mi, haklý mý? Öncelikle ünlü piyanistin yukarýdaki sözlerinin “bir fikrin ifadesi” deðil, düpedüz terbiyesizlik olduðunu kabul etmek lazým. Bu noktada anlaþýyorsak, mahkemenin ayrýca bir ceza vermesine gerek yok bence. Bazý suçlarýn cezasýnýn toplumun ayýplamasýndan ibaret olmasý gerektiðini düþünüyorum ben. Bunun yeterince etkili bir ceza olduðundan da kuþku duymuyorum.
Ne var ki milletin hassasiyetlerine deðer vermeyip inançlara yönelik sövgüyü, hakareti fikir hürriyeti diye savunmaya çalýþanlarýn sesi daha fazla çýkýyorsa problemin çözümü zorlaþýr. Hassasiyetler daha fazla tepki doðurur. Bu adamýn cezasý ayýplanmaktan ibaret olsun diyenlerin sesi duyulmaz.