Festival cemresi düþtü

32. Ýstanbul Film Festivali’ne bir yanýyla yumuþak ve keyifli, bir yanýyla sert ve iç acýtan bir baþlangýç yaptýk. Ýki haftalýk uluslararasý maraton, cemre misali düþtü kente ve baharý taa içimize getirdi filmleriyle...  Tam da Film Festivali arifesinde, 28 yýllýk merkezimiz Emek Sinemasýna inen kazmalar ise çok canýmýzý yaktý. Bu yüzden 32. Festival’in zarafetiyle, hoþluðuyla, ciddiyetiyle, kýsalýðýyla, sadece sinema ve sinemacýlara odaklý oluþuyla dört dörtlük açýlýþ törenine alternatif olarak 31 Mart Pazar günü Türkiye film sektörünün simgesi Yeþilçam Sokak’taki Emek Sinemasý önünde bir açýlýþ daha yapýldý. Konuþmalar tam tersi yönde yapýldýysa da cenaze törenini andýrýyordu... Herkes çok üzgündü...

Yeþilçam’ý Yeþilçam yapan dört kiþiliðe, görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçý, senarist Ayþe Þasa, aktör Ahmet Mekin ve aktris Lale Belkýs’a gururla hak ettikleri Onur Ödülleri Lütfi Kýrdar Kongre Sarayý’nda verildi... Ýki alýþveriþ merkezi arasý bir geçide döndürülen Yeþilçam Sokaðý’na ise Emek’in yasýný tutmak kaldý. Bu han-ý iþtiha bizim, aksýrýncaya týksýrýncaya kadar fast food yeyip, kredi kartý limitlerimiz dolana kadar alýþveriþ yapalým! “Kabare” müzikalinin þahane bir þarkýsý vardýr: “Money makes the world go round / Dünyayý para döndürür”...  En azýndan bir kýsmýmýzýn imaný para deðil, maddi olmayan deðerlere inanýyoruz.

Yeþilçam Sokaðý’nýn giriþinde sinemacý, sinema yazarý ve müzisyenlerden oluþan küçük kalabalýk toplanýrken polis de adeta futbol maçýna döner býçaðýyla giden hooliganlarla karþýlaþacakmýþ gibi Demirören AVM’nin önünde sýralanmýþtý. Birkaç eylemci Emek’ten içeri girince hemen Yeþilçam Sokaðý’na geldiler. Gaz bombalarý falan hazýrdý. Türkiye’yi uluslararasý platformlarda baþarýyla temsil eden genç sinemacýlardan ve en agresif halleri futbol maçý izlerken tezahürat yapmaktan ibaret sinema yazarlarýna karþý silahlý, kasklý, gazlý bir müdahaleye hazýrdýlar! Neden korktu acaba onlara bu emri verenler, Emek’i yýkmamýzdan mý? Trajikomik bir durumdu...  Öyle karþýlýklý bakýþtýk, içeri girenler pankart astý... Ýçim daraldý, Akbank Sanat’taki basýn merkezine dönüp bu yazýyý yazdým.

Festivalin ilk haftasonu fazla film izleyemedim... Goethe Enstitüsü’nün Türkiye’de kültür sanata hakikaten katkýda bulunan yöneticisi Claudia Hahn - Rabe’nin geleneksel brunch’ýna katýldým. Barbara Sukowa onuruna verilen bu davette”Hannah Arendt” ile muhteþem bir performans veren ünlü aktris çok memnundu Ýstanbul’da olmaktan.

 “White Epilepsy / Beyaz Nöbet” unutamayacaðým bir film oldu. “Sombre”, “La Vie Nouvelle” ve “Un Lac”tan sonra Philippe Grandrieux’den insanlýðý saran karanlýðý anlatan; sinemanýn ýþýk ve gölge olduðunu gösteren çok çarpýcý, çok derin bir film daha... Hem çok fiziksel hem çok törensel... Sözle anlatýlýr bir þey deðil, görmek gerek. 68 dakika boyunca karanlýkta çok yavaþ hareket eden dört figürle ve fondaki hayvani seslerle insanýn doðada birbirini yiyebilen bir tür canlý olarak betimleyen Grandrieux, objektifi alabildiðine kýsarak inþa ettiði estetiði de iyice rafine etti. Keþke bir sanat galerisi ya da müze (Ýstanbul Modern, Pera, Sabancý) bir kez izledikten sonra hem duygusal hem görsel olarak kolay kolay gözlerimizin önünden gitmeyecek Beyaz Nöbet’i bir süre sergilese...  Ýnternete bakýndým da “Beyaz Nöbet”i öven çok çarpýcý yazýlar var.

Umarým festivalin ilerleyen günlerinde böyle birkaç film daha bulurum daha önce izlediklerimin yaný sýra...