Festivaller ve yarışmalar

Aslında hazan mevsimi olan sonbahar, diğer taraftan bir canlanma dönemi olarak sinema bakımından son derece hareketli geçiyor. Adana, Antalya, Filmekimi derken, Erciyes, Selçuk, Niğde, Siyer Vakfı, Baygem, Suç ve Ceza, Boğaziçi, Malatya, Randevu gibi festival ve yarışma ortamları geniş bir yelpazedeki sinema meraklılarını kendine çekecekmiş gibi görünüyor. 29-31 Ekim Kayseri Erciyes Film Festivali, 5-8 Kasım Konya Kısa-ca Film Festivali, bugünlerde süren Siyer Vakfı ve Baygem (Bayrampaşa Gençlik Merkezi) kısa film yarışmaları, 7-13 Kasım Suç ve Ceza Filmleri Festivali, 14-28 Kasım Boğaziçi Film Festivali ve 21-27 Kasım Malatya Film Festivali bu mevsimin ne denli velud geçeceğinin bir göstergesi gibi duruyor. Anadolu’daki sinema hareketinin konvansiyonel merkezlerden ziyade Kayseri ve Konya’daki, biri yedinci diğeri ondördüncü yarışmalardan beslendiği artık bilinen bir gerçek olarak kendini gösteriyor. Alternatif festival ve yarışma ortamlarının Türkiye’deki yerleşik sinema anlayışına bir farklılık getireceği artık sürprizden vareste gibi duruyor.

***

Böylesi değişik sinema ortamlarının alışılagelmiş sinema akışının yanında, dünya sinemasının değişik renklerini taşıyor olması, dahası tam da bunun amaçlanması sinema seyircisi için zengin bir seçenek olma özelliğini taşıyor. Siyer Vakfı’nın Hz. Peygamber’in hayatından izler taşıyan çalışmaları öncelemesi, Baygem’in konu ve tema kısıtlaması yapmadan sinema estetiği eksenini kıstas alması, gelecekteki Türkiye sinemasının da şekillenmesi ve çeşitlenmesi anlamında bir opsiyon olarak karşımızda duruyor. Suç ve Ceza filmleri hukuk ve hakkaniyeti, dolayısıyla adaleti insanın gündemine taşırken, Boğaziçi Film Festivali uluslararası kısa ve belgesel film yarışmalarıyla ve Türk, Polonya ve Turkuaz’ın da içinde olduğu Asya seçkisiyle, önemli yerli-yabancı konuk ve atölyeleriyle iddialı ve farklı bir yerde olduğunu kendiliğinden ortaya koyuyor. Malatya Film Festivali de bağımsız sinemanın seçkin örnekleri ve değişik formatlarda yerli ve yabancı yarışma bölümleri, geniş konuk portföyü, atölye ve kitap yayınlarıyla benzerlerinden hiç de geri kalmadığını gösteriyor.

Büyük metropollerin içinde ve dışında farklı bir anlayışla gerçekleştirilen bu faaliyetler sinemamız için de farklı bir yönelim ve yaklaşımın da patika taşlarını döşeyecektir. Çeşitli alt-insani unsurlar yüzünden deforme olmuş bir film yapım tavrı, insana daha yaraşır, aşkın bir söylemi öngören, sanatın olması gereken işlevini gözeten, ruhun iç dünyasını dikkate alan yeni bir tutumla yer değiştirecektir. Aslında yönetmen ve seyirci bunların ayırdına varmakta ancak yönetmenlerin kimi kişisel tutumları ve sanatın artık nerdeyse ölümünü ilan edecek kendini yok etme pahasına sarılınan özgürlük anlayışı, içerikleri ruhu zedeleyici ve zihni bulandırıcı bir noktaya taşımıştır. Tarihe geçmiş ve klasikleşmiş hiçbir büyük yönetmende söz konusu banal, kitsch, mediocre tutum mevcut değildir. Sinema teknolojik aygıtlarının bu denli ulaşılabilir olduğu günümüzde, büyük ve tarihe mal olmuş yönetmenler gibi olmamak için önümüzde ne engeller bulunmaktadır? Tabii her şey sadece teknolojiden ibaret değildir; entelektüel birikim, varlığa, varoluşa ve yaratılışa dair uzunca bir tefekkür dönemi ve manevi algılayışın fiziki algı kadar değer kazanmasıyla yapıcı bir sinema seçeneği öne çıkacaktır.