Fetret devrinden çıkış

Önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dün Manisa’daki sözlerinden kısa bir alıntı yapalım:

‘Toplumumuzun hiçbir parçasını, rengini, kültürünü dışlamayan bir anlayışımız var. Yeni siyaset anlayışı bu anlamda hücre yenilemesi. İnşallah çözüm süreci Türkiye’deki fetret devrini yok edecek, bitirecek. Fetret yok edildiğinde, ayağımızdaki prangalardan biri kalkacak’

Neye nasıl inandığı ve hangi pencereden baktığına göre herkes bu sözleri farklı yorumlayabilir. Ancak son yıllarda Türkiye’nin gerek bulunduğu coğrafyada, gerekse küresel ölçekte çok ciddi sınavlar verdiği, kendisinden beklentilerin hayli yükseldiği de ortada.

Dolayısıyla Ahmet Davutoğlu’nun ‘hücre yenilenmesi’, ‘fetret devri’ ve ‘pranga’ benzetmelerini, hem tarihsel anlamda, hem de gelecek tasavvuru üzerinden tartışmak zorundayız. İdeolojik saplantıları, kişisel ya da sınıfsal endişeleri bir kenara bırakarak elbette.

Çünkü nerede durursak duralım, bu bizim hikayemiz.

***

Sorun, terör ve Kürtler üzerinden yaşadığımız ülkeye yapılan şantajın neredeyse son otuz yılın ortak hikayesi haline gelmesi değil sadece. Evet, Türkiye’nin kendi etrafındaki gelişmelere, gerek çıkarları, gerekse tarihsel bağları üzerinden gösterdiği ilgilerin, yakın bir tarihe kadar cılız kalmasının merkezinde bu ‘şantaj’ vardı. Terör ve Kürt sorunu da bu şantajın en somut örneğiydi.

Ancak daha önemlisi, Ankara’nın kendisine sorun dayatılan ve bunlar üzerinden köşeye sıkıştırılan bir ülke olmayı kabullenmesiydi. İşte bugünün belki de en önemli farkı bu. Türkiye, bu dayatmaları ve şantaj siyasetini kırma yolunda önemli hamleler yapıyor. Dolayısıyla Bakan Davutoğlu’nun kurduğu kavramlar üzerinden ifade edersek, cesurca bir ‘hücre yenilenmesi’yle ‘fetret devri’nden çıkıyor ve ayaklarındaki prangaları söküp atıyor.

Türkiye ne zaman İsrail’e tepki gösterse, bunun terör başta olmak üzere kritik alanlarda bir bedel olarak bize ödetileceğine inananlar, uluslararası sistemle mutlak bir uyum sağlamadan yola devam edilemeyeceğini düşünenler; bu sisteme ve onun aktörlerine yönelik en ciddi eleştirilerin yaşadıkları ülkeden geldiğinin hala farkında değil.

***

Türkiye’nin mevcut dinamizmini, bunu oluşturan unsurları ve özellikle de yeni tarih algısını, geçmişte olduğu gibi siyasi sınırlara hapsetmek mümkün değil.

Elbette çok farklı görüşler var, olmalı da. Ama bir parça olsun tarihe ve ortak değerler üzerinden şekillenen gelecek arayışlarına bakarak, olup biteni yeni bir bakışla değerlendirmek mümkün değil mi? ‘Fetret’ hali bu kadar mı cazip? Prangalarla yaşamaktan bıkmadık mı hala?

Yaşanan gelişmelere ve kimi çevrelerden gelen tepkilere bakınca sormadan geçemiyor insan.

Ne yapalım?

Geçtiğimiz yüzyılın başında bize giydirilen ve adına ‘ulus devlet’ denilen deli gömleğini, bu paramparça ve zelil haliyle taşımaya devam mı edelim.

Kimsesizlerin kimsesi, mazlumların koruyucusu, zalimlerin korkusu olma şerefiyle yaşamak varken; gözünü, kulağını ve kalbini kardeşlerine kapatan, dertleriyle dertlenmeyen zalimlerden mi olalım.

Ne yapalım?

Ahmed-i Hani’nin, Seyyid Sıbğatullah’ın, Mele Ceziri’nin, Evdale Zeynike’nin ve bu toprakların hamurunda eli olan Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin mirasını, hala sömürgecilerin bıraktığı yerde duranların insafına mı terkedelim.

Ne diyelim, Şair Nabi söylemiş zaten söyleyeceğini:

‘İzzetin kadrini idrake sebep zillettir.’