Nihat Erim günlüðünde þöyle yazacaktýr: “Ölümünü vesile yapan Millet Partisi, irtica unsurlarý ve komünistler, bu hadiseyi iyice istismar ettiler. Cenaze dün kaldýrýldý. Ýstanbul tam irtica günü yaþadý.”
Çakmak’ýn 10 Nisan 1950 tarihindeki ölümü, Ýstanbul’da dinî yönü aðýr basan bir siyasî gösteriye dönüþtü. Çakmak’ýn ölümü karþýsýnda iktidarýn gereken saygýyý göstermediði ileri sürülmüþtü. Ölüm günü radyolarýn matem müziði çalmamasý ve buna karþýlýk basýnýn Atatürk’ün ölümünde uygulandýðý þekli ile siyah baþlýklarla yayýnlanmasý bir tezat oluþturuyordu. Oysa bazý gençlik gruplarý bu durumu protesto etmek amacý ile radyo önünde toplanmýþ ve polis tarafýndan da daðýtýlmýþtý. Ancak olaylarda çatýþma çýkmýþ ve Taksim Gazinosu ile sinemalarýn camlarý hasar görmüþtü. Þehir tiyatrosu zorla kapattýrýlmýþ; radyo önündeki gösteride jandarma havaya ateþ açmak zorunda kamýþtý. Bu arada bayraklarýn yarýya indirilmesi de saðlanmýþtý. Çakmak’ýn cenazesinde ise gençler ve subaylar tarafýndan nöbet tutuluyordu. Týpký Atatürk’ün cenazesinde olduðu gibi.
Hilmi Uran, anýlarýnda, radyoda matem müziði çalýnmamasýnýn nedenini Baþbakan Þemsettin Günaltay’a deðil, aksine onun yerine vekâlet eden Nihat Erim’in talimatýna baðlýyor. Erim, Çakmak’ýn güncel siyasî kimliðinin önde geldiðini düþünerek bu türden resmî bir törene gerek görmemiþ. Bütün bu olaylar, yarý yarýya iktidarý protesto ve yarý yarýya da Çakmak için yapýlan bir saygý ifadesi olarak kabul edilebilir.
MP’nin gövde gösterisi
Ancak ertesi gün cenazede meydana gelen olaylar daha da geniþti. Çakmak için resmî ve askerî bir cenaze töreni yapýlmasý gerekiyordu. Fakat cenazeye katýlanlar buna imkân býrakmayacaklar ve cenaze, MP’nin görünmez liderliði altýnda, tekbir sesleri arasýnda dönemin en önemli dinsel aðýrlýklý ve geniþ siyasî gösterisi olarak gündeme gelecektir. Gösterilerin ardýndan sayýca kalabalýk bir tutuklama da gerçekleþtirilecektir. MP, Çakmak için 11 Mayýs’ta seçimlerden hemen önce mevlüt okutacaktýr. Faik Ahmet Barutçu, anýlarýnda, Nihat Erim’in olaylar karþýsýnda MP’yi kapattýrmayý önerdiðini, fakat Ýsmet Ýnönü’nün öneriyi reddettiðini yazýyor. Hüseyin Cahit Yalçýn da, olaylarýn 31 Mart’ý andýrdýðýný belirtmiþti. Belki de tarihin ironisi, MP’nin DP iktidarý sýrasýnda laikliðe ters düþtüðü için yargý kanalýyla kapatýlacak olmasýdýr! DP, MP’nin dinî hassasiyetine katlanamamamýþtý.
Çakmak, Ýnönü'yü kabul etmedi mi?
Bu arada, Çakmak’ýn hastalýðý sýrasýnda Ýnönü’nün kendisini ziyaret etmek üzere hastahaneye geliþi ve Çakmak tarafýndan kabul edilmeyiþi, siyasî dedikodular arasýna karýþmýþtý bile. Oysa Cihat Baban, anýlarýnda, buluþmanýn Çakmak tarafýndan deðil, fakat yakýnlarý tarafýndan ve saðlýk nedenleriyle engellendiðini belirtiyor. Nihat Erim de günlüðünde bunu doðrulamaktadýr. Çakmak’ýn ölümünden neredeyse birkaç gün sonra yapýlan 1950 seçiminde MP fazlasýyla hayal kýrýklýðýna uðradý. Cenaze töreninin görkemi seçim sandýðýna hiç yansýmamýþtý. Mareþal’in halk üzerindeki etkisi belki de sanýldýðý kadar deðildi. Hayli abartýlmýþtý. Neyse ki Mareþal bu sonucu göremedi. Görseydi, herhalde büyük bir hayal kýrýklýðý yaþardý. DP, CHP’yi geride býrakýrken, MP ile Mareþal’in manevî aðýrlýðýný silip süpürmüþtü. MP’nin DP hakkýndaki ithamlarý halkta önemli bir yanký bulamamýþtý. Ama yanýtlanmasý imkânsýz bir soru hâlâ sorulabilir: Acaba Çakmak tek-parti döneminde görevi baþýnda ölseydi, cenazesi yine böylesine görkemli olabilir miydi?
Amerikalý iþadamýnýn kaleminden Fevzi Çakmak
Asya adlý bir Amerikan dergisinde 1936 yýlýnda yayýnlanan bir yazýyý daha önce sizlerle paylaþmýþtým; yazýda Genelkurmay Baþkaný Fevzi Çakmak’tan da söz ediliyordu. O, rejimin en önde gelenlerinden biriydi; Atatürk’e de çok yakýndý. 1936 yýlýnýn sonlarýnda ABD’de yayýnlanan bir dergide çýkan deðerlendirme, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ün de dikkatini çekmiþti: “Atatürk’ün Etrafýndaki Zevat” baþlýklý yazý, Türkiye’deki siyasî seçkinleri analiz ediyor; yazýda Fevzi Çakmak da önemli bir yer tutuyordu. Amerikalý bir iþadamý Çakmak’ý þöyle anlatýyordu:
‘Silahlý Kuvvetler iyi ellere teslim edilmiþti’
Amerikalý iþadamýna göre; muhtemelen Gazi’nin gerçek yetki devrini, ulusal savunma güçlerinin yeniden düzenlenmesini, donanýmýný ve eðitimini Çakmak’a emanet etmesi kadar iyi gösteren belirgin baþkaca bir örnek yoktu. Genelkurmay Baþkaný olarak Fevzi Çakmak ülkenin deniz, hava ve kara savunmasýndan sorumluydu. Sorumluluðu bu alanla sýnýrlýydý. Ancak bu alanda kendi görüþü, Gazi ile Ýnönü’nün ulusal politikaya iliþkin konulardaki destekleri koþuluyla ve zaten kendisine baðlý olan yüksek savunma konseyinin nihaî onayýyla üstün geliyordu. Gazi, silâhlý kuvvetlere iliþkin ayrýntýlara pek az karýþýyordu. Silâhlý kuvvetler, Mareþalin þahsýnda iyi ellere teslim edilmiþti. O, Millî Savunma Bakaný’nýn kendi hareket alanýna çok fazla sýzmasýna pek tahammül eder gibi görünmüyordu. Henüz kendi yetkilerini devretmeyi baþaramamýþtý. Ordunun da Mareþale büyük saygýsý vardý. Bu duyguya beðenilmemek gibi mutlu bir korku da karýþýyordu. Çünkü, o enerjik bir kumandandý; ciddî yargý ve eylem hatalarýna hoþgörü göstermezdi.
Amerikalý iþadamýnýn ilk elden gözlemi
O sýrada yazarýn temsil ettiði Amerikan havacýlýðý ile Millî Savunma Bakanlýðý arasýnda hava kuvvetlerinin yeniden donanýmý ve Ýstanbul ile Ankara arasýnda tecrübe edilecek uçuþ hattý kurulmasý için sözleþme imzalandýðý halde, yazarýn bu sözleþmeyle ilgili emirlerin verilebilmesi için pek çok defalar bakanlýðýn onayýný almasý gerekmiþti. Her durumda, belgeleri müsteþara, bakana, hesap ve danýþma bürolarýna, Maliye Bakanlýðý’na ve bazen de Bakanlar Kurulu’na teslim etmeden önce bir teknik komisyonun, bir hukuk komisyonunun, bir genelkurmay komisyonunun ve bir de satýþ komisyonunun imzalarýný almak gerekiyordu. Ýlkesel olarak emirler onaylanmasýna karþýn, zorluk ilk imzalarýn alýnmasýnda çýkýyordu. Bakanlýk komisyonlarý birbirlerine ve genelkurmaya öncelik veriyorlardý. Genelkurmay Baþkaný’nýn þahsen kendisinden gelen bir emir olmadan genelkurmay komisyonu ilk imzayý vermeye ikna edilemiyordu. Genellikle bu uðraþlar, yukarý kademelerdeki hiç kimse ilk imzanýn paylaþýlmayan sorumluluðunu üzerine almaya cesaret edemediði için baþbakanýn, hükûmetin ve Genelkurmay Baþkaný’nýn iþin içine dahil edilmesiyle son buluyordu.
Muhafazakâr Mareþal
Bu arada, Çakmak’ýn alýþýlmýþ geniþ bakýþ açýsýyla her zaman tam olarak uyuþmayan muhafazakârlýk eðilimleri de vardý. Hava savunmasýnýn deðerini, bu dalýn diðerlerine oranla daha da geliþmesine ön ayak olacak kadar takdir eden ilk Genelkurmay Baþkanlarýndan olmakla beraber; Anadolu’nun kýtalararasý hava yollarýnýn transit geçiþine açýlmasýnda kolaylýk gösterilmesini reddetmiþ ve bunun üzerinde ýsrarla durmuþtu. Esnekliði, çok sevdiði Marmara Denizi’nin kayalýk adacýklarýna eþdeðerdi. Yakýndoðu’daki Ýtalyan isteklerinden korkusundan, bir Ýtalyan havayoluna, sonrasýnda da yabancý bir havayoluna, geniþ Anadolu platosunun üzerinden geçiþ izni verme fikrine karþý kendisinde tiksinti doðmuþtu.
Fýrtýnalarla dolu bir siyasi hayat
Mareþal, son derece istikrarlý bir þekilde uzun yýllar Genelkurmay Baþkanlýðý yaptý. 1920 yýlýnda katýldýðý Millî Mücadele’yi de katarsak, aralýksýz yirmi dört yýl boyunca bu görevi yürüttüðünü söyleyebiliriz. Ne var ki, isteðinin aksine, 1944 yýlýnda özel bir yasa çýkarýlarak yaþ haddinden emekli edilmesi, onu politik olarak Ýnönü karþýtý haline getirdi. Ýnönü karþýtlýðý ise, Mareþalin 1946 sonrasý siyasî yaþamýný hayli istikrarsýz kýldý. Halk üzerinde çok derin ve geniþ bir aðýrlýðý olduðunu düþünüyordu. Bu bakýmdan DP’nin kendisine kucak açmasý mantýklýydý. Ne var ki, Çakmak sadece DP milletvekili olmakla yetinemedi. Aksine, DP’nin Cumhurbaþkaný adayý olmasý bile ona yeterli gelmedi. Samet Aðaoðlu, siyasî günlüðünde, Celâl Bayar’ýn onun için pek de itimat telkin etmeyen bir dille konuþtuðunu daha 1947 yýlýnda kayda geçirmiþti bile. Bayar, Çakmak’ýn hem dönemin solcularýyla, hem de demokratlarýyla birlikte olduðunu, her iki tarafý da idare etmeye çalýþtýðýný söylüyordu. Bayar, zaten Mareþalin bütün hayatý boyunca herkesi idare etmeye alýþýk olduðundan da söz etmiþti.
DP ile Serteller arasýnda
Mareþal, bir süre sonra DP liderleriyle anlaþmazlýða düþtü; onun Sabiha ve Zekeriya Sertel’le Cami Baykurt’la, yani dönemin solcularýyla siyasî yakýnlaþmasý, DP yöneticilerini zaten fazlasýyla rahatsýz etmiþti. Bunun üstüne bir de DP içindeki Bayar-Menderes-Köprülü eksenine karþý Kenan Öner’in açtýðý bayraða da katýldý. Çakmak ve arkadaþlarý, DP’nin Ýnönü ile uzlaþtýðýna ve halktan uzak düþtüðüne, hatta onun danýþýklý dövüþün partisi olduðuna karar vermiþlerdi. Kýsa sürede DP içindeki anlaþmazlýk politik ayrýþma ile sonuçlandý. Muhalefet, parti içi mücadeleyi yitirdi ve partiden ayrýlmak zorunda kaldý. Bütün bu süreç, 1948 yýlýnda “üçüncü parti”nin Millet Partisi’nin (MP) kurulmasýyla sonuçlandý. Mareþal, þimdi de Osman Bölükbaþý ve arkadaþlarýyla birlikte yeni partinin baþkaný olmuþtu. MP, hem CHP hem de DP ile mücadele etti. MP, hatta DP’yi sadece davaya ihanetle suçlamakla kalmadý; onu CHP’nin kuyruðuna takýlmakla da suçladý. Bayar ve arkadaþlarý, “bu davanýn adamý deðiller”di. Davanýn bayraktarlýðýný MP yapýyordu, baþýnda da Çakmak. MP, DP’yi dine sýrt çevirmekle de suçlamýþtý. Týpký CHP gibi. MP, dine çok daha yakýn duran bir partiydi.
Nihat Erim'in günlüðünden
Ýrticacýlar ve komünistler el ele...
“Mareþal’in ölüsünü de istismar etmek isteyeceklerini tahmin etmiþtim. Bir bahane vermemeye gayret ediyorum. Ýnönü’nün derhal beyanat vermesi, telgraflar, radyoda hayat ve hâtýrasýndan bahsetme, Ýstanbul’a cenazesine gitmek isteyen talebeye tren tahsisi… Fakat buldular: Radyo müzik yayýnýný durdurmalý, bayraklar yarýya inmeli, millî matem ilân edilmeliymiþ… Prof. Vasfi Raþit [Sevið] Ankara Üniversitesi’ni tahrik ettiriyor, Ýstanbul’da da tahrikçiler eksik deðil. Nümâyiþler…”
“Ölümünü vesile yapan MP, irtica unsurlarý ve komünistler, bu hadiseyi iyice istismar ettiler. Cenaze dün kaldýrýldý. Ýstanbul tam irtica günü yaþadý. Þimdiye kadar görülmemiþ bir kalabalýk (100.000 kiþi tahmin ediliyor) sokaklara dökülmüþ. Hafýzlar, þeyhler, hocalar, Arapça ezanlar, ilahiler okuyarak Niþantaþý’ndan Beyazýt’a ve oradan da Fatih ve Eyüp’e kadar tabutu götürmüþler. Maalesef bu tezahürlerin önünde üniversite talebeleri yer almýþ. Hazin bir levha. Otuz yýl sonra laiklik inkýlâbýmýzýn imtihaný oluyor bu. Garip bir tesadüf, 1909 yýlý Rumî tarihle 31 Martý (13 Nisan) ile bir gün farkla bu manzara 41 yýl sonra tekrar canlanýyor.”