MANİLA- Yaklaşık 40 yıldır süren ve 120 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine neden olan acılı bir çatışma sürecinin barışla nihayetlenmesi aşamasına tanıklık etmek ve Filipinler’in yaşadığı tecrübeden Türkiye için ne tür dersler, faydalar devşirebileceğimizi öğrenmek için Manila’dayım.
Dünyadaki çatışma çözümü süreçlerini yakından takip eden ve tarafların bir araya gelmesine yardımcı olarak barışın inşasına katkı sunan DPI (Demokratik Gelişim Enstitüsü) ile birlikteyiz. Türkiye’den gelen siyasetçi, akademisyen, sanatçı, sivil toplumcu ve gazetecilerden oluşan küçük bir
grubuz.
Yarından itibaren bir hafta boyunca hem Filipinler hükümetinden hem Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nden (MILF) askeri ve sivil yetkililerle, üçüncü taraf olarak barış sürecinde yer alan isimlerle, sivil toplum temsilcileriyle, medya mensuplarıyla görüşeceğiz.
Filipinler barış sürecine dair burada edindiğim bilgileri, izlenimleri önümüzdeki günlerde Star’dan okuyabileceksiniz.
***
“Şu an” sizin bu yazıyı okuduğunuz zamanla, benim yazdığım zaman arasındaki mesafe çok uzun görünüyor bana. Bir yanıyla dün yazıldığı için, bir yanıyla Türkiye-Filipinler arasındaki saat farkı -Filipinler 6 saat ileri, okura epeyce fark attığı için.
“Jet lag” denilen şey de zaman mefhumunu başkalaştırıyor tabi. Az zamanda uzun mesafe kat etmeniz, vücudun zamanıyla bulunduğunuz coğrafyanın zamanını ne yazık ki o derece hızlı uyumlulaştırmıyor. Buna bir de okyanus ortasındaki adalar ülkesinin sauna etkili iklimi eklenince, hakikaten durumu izaha keli-
meler kifayetsiz kalıyor.
Lakin Türk Hava Yolları’nı bilhassa tebrik etmek gerek. Birkaç aydan bu yana THY Manila’ya direkt uçuyor ve bu durum o uzun ve zahmetli yolculuğun (giderken 12, dönerken 13 saat) zahmetini mühim bir miktar azaltıyor. Beşinci keredir “Avrupa’nın en iyi havayolu” seçilmiş kendi ülkenizin havayolu şirke-
tiyle, üstelik evde ağırlanıyor gibi ağırlanarak uçabilmek ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın “nev-zuhur” güzelliklerine eklenmeli.
***
Bilindiği üzere Filipinler Hükümeti ile MILF arasındaki Bangsamora Çerçeve Anlaşması 2012 yılında imzalandı. Anlaşmanın kapsamını genişleten ikinci aşama ise 2014’te tamamlandı ve geçen Salı günü Moro İslami Kurtuluş Cephesi elindeki silahı, aralarında Türkiye büyükelçisinin de bulunduğu ulus-
lararası gözlemcilerin şahitliğinde sembolik bir törenle bıraktı.
“Darısı PKK’nın başına!” demeden edemiyor tabi insan ama dilemek de yetmiyor.
Süresiz barışa geçmek uzun ve sabır gerektiren bir süreç bütün çatışma çözümleri için. Diyalog, müzakere ve anlaşma, sürecin ilk evresi. DPI başkanı Kerim Yıldız’ın ifadesiyle “en kolay evresi. Esas mesele ise barış anlaşmasını hayata geçirmek”.
Filipinler’de de barış 15 yıllık bir çabanın sonucunda geldi, artık silahlar bırakılıyor ama kısa ve uzun vadede hala bir takım sorunlar görünüyor.
Barış hedefiyle yola çıkan için en büyük azık, inançlı sabırlı ve azimli olmak herhalde.
Türkiye’nin de yoruldum, umudumu, sürece güvenimi yitirdim deme şansı lüksü yok o yüzden.
Meclis aritmetiğinin çözüm sürecini taşıyacak güçlü bir hükümete elvermediğini, bilakis çözümü daha da zora sokacak ihtimallere her zamankinden daha açık olduğunu biliyorum elbette.
Belirsizliğin kaygıları artırdığını da. Üstüne bir de “süreç beklesin canım, hele şu internet kısıtlarını kaldıralım da” diyen “akiller”in gerçeği acıklı biçimde nasıl ıskaladığını da. Halbuki ne Türkiye’nin ne Ortadoğu’nun beklemeye tahammülü yok.
Değil mi ki insan hayatı söz konusu...
‘Kardeşin nerede?’
Allah. Rab. Tanrı. İnsanın gözlerinden, insanın içine bakıyor Yaratan.
Bir kuyu mudur oradaki insan, kuyudaki Yusuf mu?
Coğrafyalar, iklimler, tarihler, kültürler değişiyor ama insan değişmiyor. İnsan olmanın onuru, yükü her yerde aynı şeye tekabül ediyor. Bu yüzden işte, aynı “öz”de buluşuyor insan. Aynılaşıyor.
İnsanın insana ettiği zulüm, dipsiz kuyu insan için.
Kuyuya atılmanın, orada unutulmanın ve Yusuf olmamanın ıstırabı...
Kardeşine kıyan olmanın imtihanı...
Yusuf değilsen bile kardeşine el uzatan, birlikte kurtulalım diyen de mi olamaz insan?
“Kabil, kardeşin nerede” diye sorulduğunda “Ben Habil’in bekçisi miyim” mi diyecek gafil insan?