Film festivali yahut yüzme dersi

İstanbul Film Festivali yarın akşam açılışını yapıyor ve ben festivale kilitleniyorum!  Sanki hayatım sinema başta olmak üzere kültür sanat etkinliklerine kilitli değilmiş gibi, bir de iki hafta süresince boynuma festival zincirini dolayıp asma kilit takacağım. Bir nevi deli gömleği giymek de diyebilirsiniz buna! Fakat o gömlek bana ve benim gibi sinefillere pek yakışır ya da biz öyle zannederiz. Aynaya bakınca kendimizi o gömleğin içinde daha bir akıllı, ilgili, bilgili, entelektüel ve duyarlı görürüz. Çünkü en seçkin filmlerin bir arada gösterildiği, çoğu kez bizzat yaratıcı ekipleri tarafından sunulduğu festivaller dünyayı ayağımıza getirir. Dünyanın bütün aklını, ilgisini, bilgisini, entelektüel birikimini ve duyarlılıklarını bize taşır!

Bir film festivalinin gündeme getirdiği politik mesele çeşitliliğinin yanında güncel politika yavan kalır. İnsan hakları ve doğal çevrenin korunması gibi uygarlığımızın ve varlığımızın temelini oluşturan konuların en fazla hassasiyetle ele alındığı platformlar film festivalleridir. Filmlere sık sık konu olan tarihi dönem ve kişilikler sayesinde zamanda yolculuk etmiş gibi oluruz. Filmlerin kışkırttığı felsefi argümanlar çok geniş kitlelere ulaşır. Bilim dalları basitleştirilerek anlaşılır kılınır ya da hayal gücümüzü tetikleyen teknolojik yeniliklerle tanışırız filmlerde. Diğer sanat disiplinleriyle yakın ilişkisi sayesinde edebiyat, müzik, resim, heykel, mimari, fotoğraf hakkında malumatımız artar, sanatçı biyografileri aracılığıyla merakımız körüklenir. Daha çok okuma, görme, inceleme arzusu duyarız. Uzak ülkeler ve bazen burnumuzun dibindeyken varlığından habersiz olduğumuz farklı yerler içimizdeki sınırları kaldırır.  

***

Yedinci sanatın kendine özgü inceliklerine odaklı sinefiller dışında da herkese, istisnasız herkese, hitap edebilir festival filmleri. Hem de sanıldığının aksine popüler sinemadan çok daha fazla. Yeter ki film izlemeyi bir buçuk saatliğine “kafa boşaltma” olarak görmesin. Tutkuyla film izlemek hiç de öyle boş zamanları dolduran bir hobi değildir, insanı bir noktadan diğerine ilerletebilecek, hayatına doğrudan etkide bulunabilecek bir zihin faaliyetidir. 

Hep sığ suda debelenen insan yüzmeyi asla öğrenemez biraz açılmadıkça. Ayağınızı yerden keseceksiniz ki kulaçlarınızla suyun üzerinde durmayı ve ilerlemeyi beceresiniz! Kafanızı suyun altına sokmaktan korkmayacaksınız ki üstüne çıkardığınızda doğru ve derin nefes alabilesiniz. Yüzmeyi öğrenmek insan bedenini yaşamaya alışık olduğu ortamdan (kara) başka bir ortama (su) götürür. Hem orada sağ kalmayı başarırsınız hem de orada bulunmaktan benzersiz bir zevk alırsınız. Bir yandan bedeninizi kasmayacak, gevşek bırakacaksınız ki su sizi kaldırsın, içinizdeki hava sayesinde hafifleyip bir yaprak gibi suda sallanasınız. Bir yandan da kontrolü elden bırakmayacaksınız, hareket edeceksiniz ki akıntılarla sürüklenmeyesiniz, dalgalar sizi altına almasın.

Film izlemek bunu çağrıştıran bir deneyim, bana kalırsa. İzlemeyi de yüzmek gibi öğrenmek, o ortamın içinde varolmayı bilmek, biraz risk bolca zevk almak, kendini koyvermekle kontrolünü elden bırakmamak arasındaki dengeyi bulmak demek.  Benim marifetim suyun altında ünlü illüzyonist Houdini misali asma kilitli zincirlerden kurtulmak ve her seferinde yüzeye çıkabilmek. İstanbul’a gelecek olan birbirinden önemli sinemacılarla Costa Gavras, Peter Weir, Carlos Reygadas, Mike Figgis, Mike Newell, Barbara Sukowa, Patricia Arquette, Nanouk Leopold ve daha birçoğuyla birlikte yüzme dersini kaçırmayın!