Fındık ağacını hayatında ilk kez gören ben...

Hayatın şu garip ve şaşırtıcı sürprizlerinden biri olsa gerek, fındık ağacını hayatında ilk kez ve geçen hafta gören ben, çözüm sürecini sohbet etmek için gittiğim Ordu’da, bu harika diyarda iki gün dolandım durdum.

Karadeniz’e üçüncü gidişim. İlki üç yıl kadar önceydi. Samsun’da anayasayı ve Kürt sorununu konuşmuştuk. İki ay önce de yine Samsun’daydım. Karadeniz’le ilgili tecrübem, gezmiş görmüşlüğüm,  her biri birer gün süren bu iki ziyaretten ibaret.

Fındık ağacını hayatımda ilk kez geçen hafta Ordu’da gördüm. Bunda ne var diyeceksiniz. Ama bence bu çok da normal bir şey sayılmaz. Dünyanın en harika ürünü, bir Allah vergisi olarak yaşadığınız ülkenin bir bölgesinde dağları taşları kaplamış vaziyette, bu dağlarda yetişen fındık dünya ihtiyacının yüzde yetmişinden fazlasını karşılıyor ve siz bu ağacı ve bu ağacın yetiştiği ülkenizin bir coğrafyasını, ancak altmışlı yaşlarınızda görüyorsunuz.

Sebepleri var tabi, girmeyeyim hiç.

Ama insanın Türkiye’de yaşayıp ta, İstanbul’u ve denizi hiç görmemesi veya yıllar sonra görebilmesi nasıl bir şeyse, bence bir fındık ağacını görmeden, yapraklarına dokunmadan altmış yaşı devirmiş olmak aynı şeydir.

Denizi ve İstanbul’u 19 yaşımda, fındık ağacını altmış yaşımda gördüm.

Fındık ağacını görmeyi, çözüm sürecine, denizi ve İstanbul’u görmeyi, 12 Mart askeri darbesine borçluyum. 12 Mart sabahını dünmüş gibi iyi hatırlıyorum. Sınıflara girmek için sıraya dizildik. Okul müdürümüz Gülpaşa Sezer, günün anlam ve önemine uygun bir konuşma yaptı  İçimizdeki birkaç haini bildiklerini ve bunların yakın zamanda derdest edileceğini söyleyince, hocamın görüş mesafesinden uzaklaşayım diye, ayaklarım beni arka sıralara doğru çekti. Hocamın sözünü ettiği ‘solcu-Kürtçü hainler’den biriydim çünkü. Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın üyesi olduğum için Kürtçü, Felsefenin Temel ilkelerini arkadaşlarımla beraber kiraladığımız bir evde ve gizli gizli okuduğum için de, solcu. Batman lisesi 1. sınıf öğrencisiyim. 12 Mart sabahı yakalanırım diye, çok korktum Batman’dan hareket eden ilk ve tek otobüse atlayıp, kimseye haber vermeden İstanbul’a kaçtım.

Darbe olmasa kim bilir denizi ve İstanbul’u ne zaman görecektim.

Ve çözüm süreci diye bir şey, bu sürece dair vazife ve görevlerimiz olmasa, bu yaşa kadar büyük bir zevkle yediğim fındığın ağacını görmek kim bilir ne zaman kısmet olacaktı.

Ordu’ya  Sivil Düşünce Platformunun misafiri olarak gittim.

Toplantından ve tanışmaktan büyük bir memnuniyet duyduğum Ordulu dostlardan edindiğim izlemimin hülasası şu:

Düşünce dediğimiz şey, Ankara merkezli kalmaya devam etseydi hapı yutmuştuk.

Gittiğim her yerde sivilleşmenin ve yeni düşüncelerin;  aslında bir yanardağın zamanla biriken ve patlama aşamasına gelen lavları  gibi bizzat halk arasında gelişip güçlendiğini görüyorum.

Sivilleşme halkın en değer verdiği şeydir artık. Anadolu insanının, Karadenizlinin, Kürdün Türkün kafasından sökülüp atılması çok zor. Statükocu güçler kaybetti,  kaybediyor.

Sabah kahvaltısı için gittiğimiz eski bir Gürcü köyünde hikayeyi Süleyman Atabeyoğlu anlattı. Anlatmak isterdim, ama bu köşe yazısına sığmaz, özetlemekle yetineceğim.

 Dağlara çekilip, onu kovalayan jandarmalardan kaçarken bir ağaca tüneyen Karadenizli bir eşkıyanın, hikayesi. Ve bu eşkıyanın tepesine tünediği ağaca tırmanmak isteyen bir ayının düştüğü komik durum..Fabl türü bir hikaye..Yeniliğe tahammülü olmayanların bildikleri yolda yürümeye devam etme arzularındaki inadı hatırlatan yanları var tabi..

Süleyman Bey kırdı geçirdi herkesi gülmekten..

Aynı gün akil insanlar grubunun Ordu’da toplantısı vardı. Görüşemedik, ama haberleştik. Onlar toplantılarını sabah saatlerinde yaptılar biz akşam yaptık. Bir günde aynı amaçlı iki toplantı. Türkiye konuşmayı ve tartışmayı seviyor, bundan iyisi can sağlığı.

Korkularımızı geride bıraktık, birbirimizi yeniden keşfetmeye dair epey geç kaldığımızı hissettiğimiz  bir yolculuğun henüz başında olduğumuzu biliyoruz.

Konuştukça ve paylaştıkça aynı hikayelerden geldiğimizi, aynı trajedileri yaşadığımızı, acılarımızın farklı acılar değil, birbirine benzeyen  acılar olduğunu görüyoruz.

Derler ki, gecenin ve sabahın sahibi vardır. Nereye giderseniz gidin,  göreceksiniz ki, çözümün ve barışın da sahibi var.

Ordu’da bu gerçeği kuvvetle hissetmemi sağlayan dostlar sağolsun..