Hiçbir din ve ideolojiye bağlı olmayan insanlara bile, Allah'u Teâlâ, bir 'fıtrî vicdan duygusu' bahşetmiştir. Hattâ, bir çok hayvanlar bile, çok aç olmadıkları ya da bir tehdit hissetmedikleri zaman, kendi cinsinden /türünden olmayan başka hayvanların zayıf olanlarını ve hele de yavrularını bile korurlar. Bu, Allah'u Teâlâ'nın yaratışta onların varlıklarına yerleştirdiği davranış kodu olarak izah edilebilir.
Bu fıtrî vicdan ve ahlâk duygusu yoksa, o canlı, tam bir canavardır ve insan ise, onlar, (A'râf -179'da belirtildiği üzere), 'Belhum adall',/ 'hayvanlardan da aşağıdırlar.'
Bazılarının hemen, 'Dini karıştırma bu işe..' dediklerini duyar gibi oluyorum. Hayır, İslâm, hayatın her ânında bize ışık tutar, yol gösterir, neleri yapabileceğimizi ve neleri de yapamıyacağımızı gösterir.. Böyle olmayacaksa, o zaman niçin vardır ve ne işe yarar ki, din?
Tarihten bir-iki kesit..
Rusya'da, 1905'lerde, Çarlık rejimine karşı mücadele verenler içinde en güçlü grup, marksistlerdir.
Çar'ın filânca gün, filânca caddeden bir faytonla, filanca yere gideceği ve güzergâhı hakkında bilgiler istihbar olunmuştur. Çar'a suikasd tertib etmek için, münasib bir fırsat ele geçtiği düşüncesiyle hemen hemen harekete geçilir.
Çar karşıtı mücadelenin zirve isimleri, bombanın patlatılacağı caddenin hemen arka sokağında karargâh kurarlar. Bombayı kimin patlatacağı da belirlenmiştir.
Belirlenen saatte, dikkatleri bir bomba sesini duymaya ayarlanmış olan pusudakiler, bu sesi işitemezler. Ve, bombacı eleman biraz sonra gelir, durumu anlatır:
'-Faytonda Çar yoktu.. istihbaratımız yanlış çıktı.. Faytonda 8-10 çocuk, cıvıl-cıvıl idiler. Onları görünce bombayı patlatamazdım..'
İtirazlar yükselir..
*'Çar, halkın çocuklarını öldürürken, biz onların çocuklarının derdinde mi olacaktık? Bizim acılarımızı onlar da kendi çocuklarının ölümüyle tadmalı değil miydiler?'
Ve o bombacı ve arkadaşları, o görüşe 'gayri-insanîdir' diye karşı çıkar ve o ilk dönem marksistleri arasında, vicdanî ve ahlâkî kaygı konusundaki zıtlaşmadan dolayı, bir ihtilaf meydana gelir ve ahlâk konusunu ileri sürenler; burjuva ahlâkına bağlılıkla ve halk düşmanı olarak suçlanıp dışlanırlar.
12 Mart 1971 Askerî Darbesi, (yani 50 sene önce), gün ortası devlet radyosundan okunan bir 'askerî muhtıra'yla gerçekleşmiş; Başbakan Demirel, hemen evine gitmişti.
Birkaç hafta sonra, o dönemin en ünlü marksist gençlik liderleri olarak bilinen D. Gezmiş ve arkadaşları yakalanmış ve askerî mahkemede 1 sene kadar süren yargılamaları sonunda idâma mahkûm edilmişler ve idâm kararları Temyiz'den de geçmiş ve Meclis'e gelmişti. O sırada firarda olan M. Çayan ve arkadaşları bu idâmları önlemek için Türkiye rejimine geri adım attıracak bir eylem planlıyorlardı.
Ve bir gün, Ünye'deki Amerikan tesislerinden, üç yabancı teknisyen kaçırıldı. Günlerce bulunamadılar. Eğer, o idâmlar Meclis'ten geçerse, onlar da ellerindeki bu rehineleri öldüreceklerdi. Sonunda, yakalanacaklarını anlayınca, yabancı uyruklu o üç insanın kafalarına birer kurşun sıkarak öldürdükleri anlaşıldı. Ve sonra, bu 'terörist'lerin Tokat- Niksar'ın Kızıldere köyünde oldukları belirlendi ve o köyde kıstırılan ve o dönemin en önde gelen marksist gençlerinden 11 kişi, -samanlıkta gizlenen Ertuğrul Kürkçü hariç- öldürüldüler.
Onların öldürülmelerine sevinenler ve acıyanlar oldu, aylarca.. Ve, idâmlar da engellenemedi.
O fırtınalı hadiseler, kanun düzeninin labirentlerindeki yorumlara göre farklı ve zıd kutuplarda değerlendiriliyor, toplumun hemen her kademesinde tartışılıyor, hattâ sinirler geriliyor, yeni düşmanlıklar oluşuyordu.
Ama, orada üzerinde hiç durulmayanlar, asıl mazlum oldukları düşünülemeyenler, kaçırılıp rehine alınan ve öldürülen o üç yabancı 'insan'lardı. Marksistler, solcular veya kendi kendilerine 'aydın' diyen karanlık ruhlu kişi ve gruplar, öldürülen o yabancı rehinelerin öldürülmesindeki vicdansızlık ve canavarlıktan ; onların öldürülmelerinden utanç ve sorumluluk hissetmediler. Onlar sadece, öldürülen o kendi militanlarının acısını hissettiler, onların yasını tuttular.
Bu iki örneği, PKK'nın son cinayetiyle ilgi olarak zikrettim.
6 sene önce kaçırdıkları asker, polis ve sivil 13 kişiyi, hiç ummadıkları yerlerde ve aileleriyle bir yerlere giderken tuzağa düşüren, silah zoruyla Kuzey Irak'daki Gara mıntıkasında tabiî bir müstahkem kale durumunda olan ve en modern teknolojik imkânlarla donatılmış bir mağaraya kaçıran PKK 'terörist'leri, TSK'nın oraya girmek üzre olduğunu anlayınca, 6 yıldır rehine olarak tuttukları o 'insan'ları, hiçbir fıtrî vicdan ve ahlâk kaygısına sahib olmadıklarını bir kez daha gösterdiler ve 'belhum adall' durumunda olduklarını isbatlamak istercesine onları olabilecek en mazlumca şekilde, alçaklık kelimesiyle bile anlatılamayacak bir şekilde katlettiler.
O insanlar, sadece mazlumiyetleri açısından bile, kaatilleriyle asla kıyaslanmayacak derecede bir insanî rütbe sahibi olarak gittiler bu dünyadan.. O mazlumlara rahmet ve bu acıyı yüreğinde hisseden herkese sabırlar diliyorum.
O cinayetleri işleyenler ve onları mâzur göstermeye çalışanlar ve onlara destek verenler de, canavarlıklarıyla, 'belhum adall..' sıfatına müstehak oluşlarıyla övünebilirler..